26 Aralık 2011 Pazartesi

the end...



Her guzel sey gibi bu tatilin de sonuna geldik. Uzun, macerali, guzel bir tatil oldu. Ben ayaklarim geri geri giderek dondum eve, ama sevgilim gunlerce otel koselerinde surunmekten yorulmustu. Son olarak kisa kisa notlar yazayim.



Nyc de bir gece "fashions night out" gecesiydi, butun manhattan sokaklardaydi, her yerde partiler, indirimler, mankenler bayagi bir hareket vardi. Biraz alkollu oldugumuzdan leyla leyla dolandik biz, o kafayla alisveris bile yaptim ben, yik kafayla asla o kadar para bayilip cizme alip onu da taaa oradan buraya tasimazdim. Neyse iyi oldu, guzel oldu, simdi severek giyiyorum.

Gitmeden once muhakkak farmers market gezmek istiyordum ama bir turku denk getiremedik. Ben de onun yerine cok merak ettigim "whole foods" a gittim. İnsanin hepsini alip yemek pisiresi geliyor. Sebze meyve reyonundaki canliliga bayildim.

Havaalanina donus icin shuttlelar gayet uygun, onceden rezervasyon yaptirabilirseniz limo bile tutulabilir. Havaalanindaki bekleme salonunda turk cafesi var, gecenin bir saati baklavalari gozunuze sokuyorlar. Donus ucusumuz biraz zor gecti, bayagi sallandik. Zaten gece bindik, buraya aksam uzeri indik. Valizleri birakip hemen kebapciya kostuk. Sonrasindaki jetlag beni cok yordu, uzunca bir sure hem turkiye saatine gore, hem de amerika saatine gore uyudum, yani sadece aksam uzeri 4 ile gece 12 arasi uyaniktim denebilir.

Umuyorum kisa bir sure sonra, bu sefer bati yakasi gezi hikayesini yazarim...

19 Aralık 2011 Pazartesi

nyc'de yemek - içmek

evet sonunda sıra nyc de tek tek neler yedik içtike geldi sıra. bu yazıları başkalarına faydası olsun diye yazmakla beraber esasında, kendi kişisel tarihimize not olsun diye yazıyorum. tek tek neler yapmışız unutmayalım istiyorum. tatile çok kolay çıkmayoruz, işimiz nedeniyle, erken rezervasyon falan gibi avantajlardan hiç bir zaman yararlanamadığımız gibi, genellikle son dakika bilet yakmakta üzerimize yoktur. sürekli iptal edilen planlar eskiden moralimizi bozardı ama artık anlık plan yapmayı ve bundan zevk almayı öğrendik. hal böyle olunca da her tatil bizim için daha kıymetli oluyor tabii.


nyc ye ilk geldiğimiz gün hava koşulları çok kötüydü, yolda da yağmur yüzünden yorulduk ve sadece arabada bir şeyler atıştırarak seyehat ettik. otele girişimiz zaten sucuk gibi ıslandığımızdan dolayı tam bombaydı, dolayısıyla bir şey yiyecek ya da yiyecek yer arayacak halimiz yoktu ve doğrudan kaldığımız otelin restoranına indik. nam-ı diğer "prime cafe" uzunca ve biraz sıkışık bir restoran olmasına rağmen, tüm otel personeli gibi garsonları da çok sıcakkanlı ve ilgiliydiler. maalesef restoranla ilgili pek fotoğrafım yok, yemek fotoğraflarının çoğu kayıp. bu restoranda bir kez akşam yemeği, bir kez kahvaltı ve bolca da akşam üzeri atıştırmalığı yedik. akşam yemeği olarak caesar salad ve greek salad aldık, ve greek salad üzerinde bir süprizle - yaprak sarma - ile geldi. hakikaten kötü günün ardından bayağı moral oldu. caeser salad da fena değildi. zaten masada sürekli tuzlu tereyağı ve kızarmış ekmek bulunuyor, aç kalma şansınız yok. kahvaltıdaki omletler de oldukça başarılıydı ve porsiyonlar çok büyüktü, omletleri patates ve kızarmış ekmekle servis yapıyorlar. akşam üzerleri happy hours mevcut ve bahçesinde masalar var yani açık havada oturup bir şeyler yeyip içebiliyorsunuz, bu oldukça güzel.



kahvaltı için genellikle starbucks aradık durduk, boş yeri olan starbucks bulmak için bayağı zaman harcadık çoğu zaman, bir gün de vazgeçip starbucks aramaktan "guy & gallard " isimli bir cafeye oturduk, genellikle herkes alışverişini yapıp çıkıyordu, o yüzden oturulacak kısım bomboştu, bu da bizim burayı tercih etmemizdeki en önemli etken oldu doğrusu. biz öyle elimize bir şeyler alıp hem yürüyüp hem yiyip içemeyiz. illa ki, geniş geniş oturucaz, başka türlü olmaz. neyse burada da peynirli ve domatesli bir sandviç bulunca iyice karnımızı doyurdu. başka bir sabah da 7. ave üzerinde adındaki ekmek kelimesine kanıp " the bread factory " isminde bir yere girdik. içi turist dolu, self-servis bir restoran, dolayısıyla herşey dandik. ben bir waffle yedim ki evlere şenlik, lastik gibi, üzerine de çilekleri resmen kuş kondurmuşlar. zaten ben sağa sola bakınırken yarısını da sevgilim yedi. kendisi baktı zaten gözüne bir şey kestiremeyince bir muz ve portakal suyu ile öğünü geçiştirdi. yani burayı beğenmedik sonuç olarak.





nyc ye gitmeden önce araştırdığım yerlerin çok azına gidebildik. bunlardan biri " hill country barbecue market " tı ve ne tesadüf ki otelimizle aynı sokakta yer alıyordu. bu restoran teksas usulü barbekü yapıyorlar. herşeyi odun ateşinde ağır ağır pişiriyorlar ve kiloyla satıyorlar. öyle tabakta restoran servisi yok, etleri gidip seçip tarttırıyorsunuz ve bildiğiniz yağlı kasap kağıdı üzerinde servis ediyorlar, masaya hemen su geliyor, değişik bir tarzda ama, kavanozda. yanında alacağınız diğer garnitürleri yan taraftaki açık büfeden seçebilirsiniz, hepsi ayrıyetten ücretlendiriliyor. enteresan bir ortam biz öğleden sonra geç saatte gittik, neredeyse kimse yoktu. ben beef ribs yedip, devasa dana pirzolalar, bayağı bir kemirdim durdum. sevgilim de brisket söyledi, bence onunki çok daha güzeldi. restoranın alt katı da bar / disko olarak çalışıyor, her akşam canlı müzik , dj performansı mevcut. bir daha gidersem muhakkak yeniden uğranabilir bir yer. güzel yemek yeyince keyfimiz yerine geldi, yanında da bolca bira tükettiğimizden olsa gerek akşam kendimizi sokaklara attık.




gelelim burgercilere, nyc de bir numaralı burger in "shake shack " olduğunu defalarca okumuştum ve madison square park şubesi kaldığımız otelin dibindeydi. ama yok yağmurdu yok karnımız toktu derken ancak son gün uçağa binmeden önce ancak yiyebildik. tam 45 dakika sıra bekledim, arkamdaki adamın 2 adet bulldog köpeği vardı, onlara rağmen bekledim. sevgilim gık demeden gitti bir kenarda oturdu, muhtemelen son gün diye sesini çıkarmadı. sonuç olarak 2 adet "shackburger" alıp masaya dönebildim. daha doğrusu önce parayı verdim, sonra elime burgerlerim hazır olunca titreyecek olan bir cihaz verdiler öyle masaya döndüm, cihaz ötünce gidip burgerleri teslim aldım. yedik mi yedik, rahatladık mı rahatladık. ama sanırım dünyadaki en iyi burgeri ben zaten evde yapıyorum boşuna dışarıda aramaya gerek yok. şaka bir yana kesinlikle güzeldi ama 1 saatte elde edince insan kuş da kondursunlar istiyorsun, o kadar. bekleyen o kadar çok insan vardı ki, sadece adı çıkmış diye o kadar sıra beklenmez, ha bir de ucuz. bir de yine otelin köşesinde "brgr" diye bir yere gittik bir akşam, hava yağmurluydu ve ilk önümüze çıkan yere girmiş olduk. "grass-fed " danaların etinden yapıyorlarmış, fiyatları shake shack ın 2 katıydı. ama sıra yoktu. ben en ucuzundan, sevgilimden en pahalısından sipariş etti. benimki gayet güzeldi ama onunki böyle rokforlu falan pek bir sosyetikti o yüzden beğenmedi. her zaman basit yemek güzeldir düsturunu amerikada, en pahalısı en iyisidire çeviren beyimiz her zaman yeni yönteminden mutlu olamadı maalesef.


ve son olarak sokaklarda yediklerimiz. met in önünde en çok kuyruk olan hot dogcudan hot dog yedik, oldukça güzeldi. şarküteri yasağı kalkınca onu da evde deneyeceğim kesinlikle. sonra bir öğlen başımıza güneş geçip otobüsten inince, yine bir sokak satıcısından hot dog aldık. sonra kenarda yerken baktık ki, başkaları, şiş, bifteki tavuk falan da alıyor, böyle bizim yemeklere benziyor, kısa bir tereddütten sonra yunanlı olduğunu öğrendiğimiz abiden bir tabak aldık. pilav, et, yoğurt ve salatadan oluşan. yüzümüze gözümüze can geldi. hatta aldık paketlerimizi gidip central parkta yedik. bu da sevgilim için bir tabuydu, sokakta yemek yemek, onu da aşmış olduk.




son yazmıştım ama "magnolia bakery" i atlamak olmaz. kısa bir süre burada da sıra bekledikten sonra, bir tane  red velvet cake ve bir tane de chocolate cupcake alıp exxon buildingin önünde havuz kenarında yedik, yaladık, yuttuk. ben daha önce bu kadar güzel pasta yememiştim. bunun yanına yaklaşan bir pasta da yememiştim. nyc nin giderayak bize süprizi oldu.

evet sonuç olarak 15 günlük bu seyahati, çok da pis amerikan yemekleri yemeden atlatmış olduk, hiç kola içmeden, sadece 1 paket pringles yiyerek. evet biz çok düzgün besleniyoruz, çok sağlıklı ve taze yiyecekler yiyoruz ve zayıfız. umuyorum bu hep böyle devam eder, amerikan tarzı yemek buraya yoğun bir şekilde gelmez hiç bir zaman...

16 Aralık 2011 Cuma

Holiday inn manhattan 6th avenue



Artik yavas yavas nyc yazilarinin sonuna geliyoruz, bu kadar uzun surede bir geziyi yazarak rekora imza atmis olacagim herhalde. Daha yazilacak o kadar cok sey var ki, amerika serisini bitirmeden yazmayayim dedim ama bu sefer de cok birikti. Neyse oteli tek bir post olarak yazayim dedim, ama yazmadan once de bir guncel fiyatlarina bakayim dedim ve gorecegimi gordum. Ocak ayinda bu otelde kalmak isterseniz bizim eylulde odedigimizin yaklasik ucte biri ( 1/3 ) fiyata kalabilirsiniz. Alacagin olsun irene, biz bu otele aylar once vizeye basvururken yalandan bir rezervasyon yaptirmistik, oldukca uygun fiyata, king room, empire state manzarali, falan filan. Neyse sevgili kasirga sayesinde rezervasyonumuz iptal oldu ve king odadan cok daha pahali bir fiyata cok daha dandik bir odaya zar zor rezervasyon yaptirabildik. Evet bu durumun otelle bir alakasi yok ama yine de tarihe not olsun diye yazdim.


Otele sali aksami donumuza kadar islanmis olarak vardik, evet kaba konusuyorum ama sadece uzerimizdeki donumuz degil, valizlerin icindeki donlarimiz da islanmisti. Gerci otele vardigimizda tek baligin biz olmadigimizi gorduk ama olsun, otelin calisanlari cok guler yuzlu ve yardimciydilar allahtan ki hic beklemeden odamiza ciktik. Oda olabilecek en kucuk alana en cok esya alacak sekilde dekore edilmis, her koseye bir seyler sikistirilmis bir odaydi. Biz islaklarimizi cikarinca birakin adim atacak nefes alacak alan kalmadi. Sikayet ediyormus gibi gorunsem de, esasinda oyle degil, oda amnityler bakimindan oldukca zenginde, vebooking.com da ne yaziyorsa vardi, herhangi bir eksik yoktu. 24. Katta downtown manzaraliydi ve en guzeli camlari acilabilen yani havalanabilen bir odaydi. 

25 katli olmasina ve resmen full olmasina ragmen pek asansor sikintisi da cekmedik, gerci ara katlarda kalanlarin binemedigi zamanlar oluyordu ama biz ust katta oldugumuzdan sikinti cekmedik. Otel bence oldukca merkezi bir konumda, chelsea de fashion districtte, ve benim gitmek istedigim restoranlara oldukca yakindi. Ayni zamanda bir sonraki postta deginecegim oldukca guzel bir restorani vardi. Zaten su seyahatten ogrendigim, risksiz bir hareket yapmak istiyorsaniz yemeginizi otelde yeyin, en azindan pisman olmazsiniz. 

Otelin en onemli ozelliklerinden biri de bir bahce cafesinin olmasi, otelin on kismi, nyc deki nadir hem icki, hem de sigara icilebilen yerlerden biri. Daha dogrusu belki bir suru vardir ama bizim gibi turistler icin bulmak pek kolay degil. 

Evet genel olarak otelden memnun kaldik, kalanlarin cogu italyan, akdenizli agirlikliydi. Calisanlar cok ilgiliydi, pek kavga dovus etmeden yanan rezervasyonumuzun parasini da iade ettiler, daha ne olsun...

15 Aralık 2011 Perşembe

City sightseeing nyc







New york city i gezmek icin maalesef ki sadece ve sadece 4 gunumuz vardi, e bunun da 2 gecesi ve 1 gununde yagmur yaginca disarida yapilabilecekler dogrudan kisitlanmis oldu. Oysa ki, parklar, meydanlar eylul basinda muhtesem olur diye dusunmustum ben. Neyse ki new yorktaki ucuncu gunumuzde sabah disari ciktigimizda hava acti da biz de sokaklari gezmeye baslayabildik. Sabah yagmurlukla ciktigimiz otelden, oglene dogru gunes gozlugu alip tur otobuslerine bindik.




Biz grey line i tercih ettik, herhangi bir sebebi yok, onumuze ilk onlar ciktigi icin sadece. Empire state building in ve times square in etrafinda surekli kirmizi yelekli gorevliler bilet satisi yapiyor. İster nakit, ister kredi kartiyla odeyebiliyorsunuz ve ucreti 54 dolar, sanirim internetten daha once alirsaniz biraz daha indirimli oluyor. Biz bu tatilde onceden rezervasyonla yeterince zarar ettigimizden sansimizi zorlamadik, aksamdan bilet alsak kesin butun gun yagmur yagardi. Hemen bir otobuse atladik ve en arkaya kurularak turumuza basladik. Biz ucuncu duraktan binmisiz otobuse, cinli bir kadinin rehberligiyle ( ne dedigi kesinlikle anlasilmayan ) gezmeye basladik. Flatiron binasi, washington square park, nyu istikametini izleyerek battery park a kadar geldik. Ama dedigim gibi kesinlikle kadinin dedigi hicbir seyi anlamadik, inanilmaz kotu bir telafuzla anlatti durdu, hatta bir ara nyc nin kozmopolitliginden bile dem vurdu. Neyse battery parkta 9/11 icin bir memorial duzenlemislerdi. Zaten 11 eylul haftasi oldugu icin sehrin bir cok kesiminde degisik anmalar vardi ama en buyuk organizasyonu burada kurmuslar, zaten 0 point de cok kalabalikti. 






Bu noktadan sonra otobus degistirerek brooklyn turuna katildik, otobuse yine son binenlerdendik ve "from turkey" oldugumuz icin gerizekali amerikalilar bize guldu. Hayatinda istanbulu duymamis bir suru insan yasiyor orada, enteresan daha fazla cikarim yapmayayim bu durumdan. Neyse, wall street, pier 6, little chinanin mis kokularini gecerek manhattan koprusu uzerinden gecerek brooklyn e girdik. Brooklyn koprusu maalesef bakimdaydi, otobusler zaten uzerinde gecemiyor ama uzaktan da goruntusu bakim nedeniyle sahane degildi. Ama tabi ki koprunun uzerinden manhattan manzarasi buyuleyiciydi. whitman park, columbus park uzerinden dolanarak deniz kenarına indik, oradan da antique furniture district ten geçerek grand arm plaza ya ulaştık. bu meydandaki "soldiers' and sailors' " kemeri oldukça heybetli, rehberin anlattığına göre de tüm amerikalıların tüylerini diken diken ediyormuş. iç savaşta olanların anısına yapılmış bu kemerin üzerindeki heykeller hakikaten etkileyici. meydanı geçtikten sonra botanik bahçelerinin  etrafını dolaştık ve yine manhattan köptüsü üzerinden little chinaya geri döndük. 





bu sefer otobüsü değiştirmeden doğrudan, little italy i takip ederek uptown a doğru devam ettik. bana göre binaların her biri sanat eseriydi, e bir de köprünün üzerinde rüzgarı ve güneşi yedik, trafik de artmaya başlayınca otele yakın bir yerde inip karnımızı doyurmaya gittik. 


ertesi gün sabah ilk seferle uptown turuna katıldık. bu tur da kısaca central parkın etrafını geziyor ve bir de harleme gidiyor. harlem gerçekten enteresan, biraz eminönü havası var, yerlerde garip garip yöresel şeyler satan insanlar yüzünden benzettim belki de. uptown turunun içeriğiyse genel olarak gösterişli kiliseler ve milyon dolarlık dairelerden oluşuyor. rehber de genel olarak bunları anlattı. zaten west side de trafik öyle bir tıkandı, güneş de öyle bir yaktı ki, atlayıp kaçtık otobüsten. 





aynı günün akşamı da tam hava kararırken gece turuna katıldık, bu süperdi. times den başlayarak, downtown, little china, brooklyn ( ki gece brooklyn den manhattan manzarası muhteşemdi ) ve uptown olarak tüm şehri bir de gece gezmiş olduk ve otele pestilimiz çıkmış olarak döndük. 


sonuç olarak esasen tur insanı olmamıza rağmen, oldukça memnun kaldığımız bir tur oldu bu. hem istediğin zaman inip binebilme özgürlüğünün olması hem de oturduğun yerden her yeri gezmiş olmamız bize verdiğimiz paraya değdi dedirtti. 








24 Kasım 2011 Perşembe

the metropolitan museum of art


nyc de ilk sabahımız aynı resimdeki gibi gökdelenlerin tepesini göstermeyen bir sis ve çisil çisil bir yağmurla başladı. ama madem bin türlü badire atlatarak sonunda buraya geldik deyi, kendimizi sokağa atıp bir süre karnımızı doyuracak bir starbucks aradık. ama kaldığımız yerde bir üniversite bulunduğundan, ve öğrenciler de starbucksları okul kantine çevirdiğinden bırakın oturacak yeri hiç birinde adım atacak yer bile yoktu. her taraf yerlere, pencere pervazlarına her yere ellerinde laptoplarıyla yayılmış bedava internet sömürücüsü öğrencilerle doluydu. neyse sonradan 7. caddede nispeten oturma yeri sakin olan bir büfe bulduk da karnımızı doyurabildik. yemek yazılarının hepsini ayrı bir post olarak yazacağım en sonda.



sonra, ben sonunda hava koşullarına uygun üzerime giyecek bir şeyler aldım ve giyindim ve times meydadınında fazla oyalanmadan - bu kısmı havanın güneşli olduğu bir güne erteleyerek - central parka doğru 7. cadde üzerinden yürümeye devam ettik. tabi yolda yangın söndürmeye gelen nyc itfayecilerini de izledik bir süre. çevredeki ruslar sadece bakmakla yetinmeyip videoya da çekiyorlardı, biz görgülü türkler olarak sadece baktık ve geçtik. 7. caddenin bir diğer adı da fashion avenue, üzerinde fashion institue var ve bu okulda okuyan 0 beden kızları etrafta bolca görmeniz mümkün. aynı zamanda bir sürü manifaturacı gibi mağazalar mevcut. columbus circle de biraz mola verdikten sonra central parkın etrafından dolanarak met ( metropolitan museum of art ) a doğru devam ettik.


yolda bir de baktık ki gossip girl çekiyorlar, evet ben bir gossip girl fanı değilim ama meşhur görünce de bakmadan geçecek kadar cool değilim vallahi. biraz çekimleri izledik ama ancak esas kızın kuzenini görebildik. sonra da met e doğru yolumuza devam ettik. vardığımızda öğlen olmak üzereydi, biraz kapısının önünde oyalandık, meşhur hotdoglardan yedik. sonra da içeri girdik.


müzeye giriş esas olarak bağışla, ama biz bunu türkiye ye döndükten sonra öğrendik. ben müzeye girer girmez elime kredi kartımı alıp bulduğum ilk kuyruğa girerek kişi başı 25 doları bayıldım. ama bu ödenmesi zorunlu bir ücret değilmiş. 1 dolara da girilebilirmiş. neyse, amerikan kültürüne yüklü bir katkımız olmuş oldu. esasında verdiğimiz paranın tamamına değen bir müzeydi, ama yine de o kadar para vermeseydik iyiydi tabi. audio guide lar 7 dolar. toplamda 2,5 kattan oluşan müzede biri üyelere özel olmakla beraber toplam 6 restoran var. müzede neredeyse bir tam gününüzü harcayabilirsiniz. 





muhakkak elinizde bir haritayla gezmeniz lazım bence, tarihi sanat eserlerinin yanı sora klasik de bir sürü eser barındırıyor. benim en çok beğendiğim dalinin madonnası oldu. bu müze ile yazmak zor oldu, çok şey var çünkü içinde, defalarca daha gidilir çünkü buraya. biz öğlenden kapanış saatine kadar oradaydık ve bir çok galeriyi gezecek zamanımız olmadı maalesef. 

22 Kasım 2011 Salı

Vee new york city!!!



Once kasirga oldu, ucagimiz iptal edildi, sonra inatla gittik ama bu sefer yagmurdan siriksiklam olduk, kucucuk bir otel odasina tikildik ama soyleyecek esasinda hic bir kotu sozum yok new yorkla ilgili. Rafetin de dedigi gibi " burasi new york amerika!!! " dondugumden beri tekrar ne zaman gidecegimin planlarini yapiyorum, ki su anda mayis sonu gibi gorunuyor. Ogrenciyken gitmedigime bin pisman oldugum bir sehir new york, muhakkak herkes hayatinin bir bolumunu orada gecirmeli, ayni hisleri istanbula karsi da duyuyorum tabi. Bu sehirler bana gore icinden gecilip gidilecek yerler, bir omur yasanacak yerler degil. Guzel bir deneyim katar insana new yorkta yasamak, heyecanli bir kere, gosterisli. Neyse sadece 4 gun kaldik ama o kadar kalabaliga ragmen bir karmasa yoktu sehirde. 

Bir kere cok duzenli bir sehir ve de duz. Olabildigince yuruduk o yuzden, cenimdeki adim sayar her gun en az 20000 adimi devirdi. Manhattan in chelsea mahallesinde kaldik biz. Oteli ayri bir post olarak yazacagim. Her gun tek tek ne yaptigimizi yazmaktansa spesifik etkinlikleri ayri basliklarla yazayim, yoksa bitiremem nyc yazisini hic bir zaman.



Genel hatlariyla manhattan i anlatacak olursam, ki biz her tarafini genis genis gezmedik, bir cok yeri sadece otobusle gezdik ki onu da ayri bir post olarak yazacagim. Bence new york sokaklarinin ve parklarinin keyfinin cikarilmasi gereken bir sehir. Biz gittigimizde hava sicakligi gayet guzeldi ama eminim ki new yorklular kisin da surekli parklarda vakit geciriyorlardir. Cogu calisan ogle yemegini satin alip ( marketlerden sandvic, seyyar yunanlar ve hotdogculardan, v.s. ) yol kenarinda kaldirimlarda ya da parklarda banklarda yiyor. Tabi ki guzel restoranlar da mevcut ama unutulmamasi gerekn en buyuk ayrinti, manhattan oldukca pahali bir yerlesim. Bir afiste gordugume gore manhattana gelen bir turist gunde ortalama 270 dolar harciyormus, ki otel ucreti dusunulunce oldukca makul bir tutar cikarmislar. 

Ulasim icin elbette cok gelismis bir metro agi mevcut, tek binis 2,5 dolar ama aylik, haftalik sinirsiz falan gibi daha uygun alternatif biletler mevcut. Biz sadece 10 dolarlik bir kart aldik ve 2 kisi sadece 2 kez bindik, onda da yuruyemeyecek kadar yoruldugumuz icin. Biz ulasim icin ayaklarimizi kullandik genelde, bir de citysightseeing otobuslerini. Kaldigimiz otel, times meydanina da, central parka da yurume mesafesindeydi, dolayisiyla ulasim sikintisi hic cekmedik. Ama soylemekte fayda var, taksi bulmak tam bir iskence, insanlarin bos taksi bulmak icin bayagi caba harcadigina tanik oldum. Ha bir de cekcekler var, genellikle central park icinde olsalar da manhattanin icinde de ulasimi onlarla saglamak lazim, aklinizda bulunsun bu cekcekleri suren cocuklarin cogu turk. 

17 Kasım 2011 Perşembe

east coast road trip - part 3


d.c. den ayrılırken başlayan yağmur yol boyunca şiddetini arttırarak devam etti ve esasında tüm turun en kısa etabı 230 mil olan yol oldukça yorucu geçti. d.c. den baltimore - washington parkway i izleyerek çıktık ve buradan manhattan a varana kadar mütemadiyen otoban parası verdik durduk. sağolsun gps bizi en pahalı yoldan götürdü, e ortalığı seller götürdüğünden biz de yol değiştirme riskine giremedik. kaldı ki wilmington civarlarında gpsle tam anlaşamayınca yanlışlıkla philedelphia ya gitmiş bulunduk, neyse bir şekilde bu i-95 in paralı olanı 295 e girip nyc ye ulaştık.


hayatımızda ilk kez su altı tünelden geçtik arabayla ( harbor tunnel - baltimore ) hem de aynı gün içinde 2 kez ( holland tunnel ). yol boyunca sürekli yağmur yağdı, arabadan her çıktığımızda ıslandık. neyse 5 gibi holland tunnel den manhattan a geçerek hedefimize ulaştık. ama esas macera bundan sonra başladı, çok akıllı olduğumuzdan önce arabayı kiralama şirketine iade edelim, sonra da oradan taksiye binip sadece 6 blok ötedeki otelimize geçeriz diye planladık. nasıl bir kafayla yaptıysak planı, deli gibi yağmur yağıyor dışarıda, hiç mi düşünmez insan 2 valizle nasıl gideceğim diye. düşünmedik işte.

kiralama şirketinin önünde, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında dımdızlak kaldık. iş çıkış saatinde manhattan da taksi bulmanın imkanı yok. metroya binsek inip bindiğimize değmeyecek, dedik en iyisi yürüyelim çok uzak olamaz. evet uzak değildi   ama benim üzerimde sadece dandik bir kapüşonlu eşofman üstü vardı. inanılmaz bir kalabalığın içinde elimizde valizlerle sulara bata çıka otelimize doğru yol aldık. işin garibi böyle sıçan gibi eli valizli bir tek biz değildik. bizim gibi bir sürü salak vardı. otele girdiğimizde resmen donumuza kadar ıslanmıştık işin kötüsü valizin içindeki her şey de ıslanmıştı. oda zaten minnacıktı bir de biz bütün kıyafetleri yayınca kuruması için adım atılamaz hale geldi.

zaten dışarıda giyecek kıyafetimiz de kalmadığından mecburen otelin restoranına indik ve olanların hepsini yok sayıp unutmaya karar verdik. ben bir greek salad sipariş vermiştim, salata üzerinde sarmalarla gelince, taze domates, beyaz peynir ve zeytin yeyince keyfim yerine geldi artık...

washington d.c.



sonunda yazmak için oturabildim bilgisayara, malum hırsız yüzünden netbooka kaldım, bu gariban netbook da download yaptığı zaman başka bir iş yapamıyor. internete girmek bile zulum, fotoğraf yüklemenin ne kadar zaman aldığını siz düşünün. bugün en azından d.c. yi ve yolculuğun son kısmını yazmayı bitirebilirsem çok iyi olacak.




d.c. de oldukça merkezi bir yerde kalmıştık, hava kararmadan da nyc ye varmayı niyetliyorduk. dolayısıyla sabahın kör saatinde valizlerimizi ve arabayı otelde bırakarak kendimizi sokağa attık. önce biraz sokaklarda boş boş dolandık ki, bizden başka kimse de yoktu pek, hava bir anda soğumuş, ben altımda etek, üstümde polarla değişik bir görüntü sergiliyordum ve açıkçası alttan altan donuyordum. sabahın kör saatinde rotamızı beyaz saraya çevirdik, vaktimiz kısa olduğundan ve giriş oldukça prosedürlü olduğundan - hatta müsliman ülkelerden gelenlerin ziyaret edemediği söylentileri vardı - sadece etrafını turlayıp fotoğraflarını çektik. karnımız acıkana kadar sokakları turladık yani, her yer boş olduğundan bolca fotoğraf çektik ve sonunda bir starbucksa attık kendimizi. klasik kurutulmuş domates ve mozarellalı sandviçlerimizi yeyip, beleş interneti kullandıktan sonra da sadece bir müze gezecek vaktimiz olduğundan müze seçmeye uğraştık.




d.c. de müzeler ücretsiz. "smithsonian instution " tarafından desteklenen 17 adet müze ve merkez mevcut. biz " national museum of natural history " ye gittik ve doyamadan 2 saat boyunca gezmeye çalıştık. müze görmemiş türkler olarak amerikadaki müzelerde ağzımız açık nereye bakacağımızı şaşırdık. girişte hemen bir balina sergisi vardı, onunla başladık biz de. bir de çok şeker rehber vardı, e adamı da bir tek biz dikkatle dinledik. adam anlattıklarını anlayan birileriyle karşılaşmaktan o kadar mutlu oldu ki, bizi kenara çekip cebinden 500 milyon yıllık bir fosil çıkarıp benim elime verdi. bir an şaşkınlıkla çok sakin davrandım ama salondan çıktıktan sonra soğukkanlılığı bırakıp acayip heyecanlandım.



uzunca bir süre de evrim bölümünde zaman geçirip, çeşitli yazılımlarla homo erectus halinizin neye benzediğini görebiliyorsunuz, maalesef nyc ye gitmek zorunda olduğumuzdan doğru düzgün gezemeden müzeden ayrılıp otele doğru yollandık. wahington d.c. genel olarak çok sakin ama gergin bir şehir izlenimi bıraktı bende. koskocaman, görkemli binalar hayranlık uyandırıcı ama sanki içlerinde insan yokmuş gibi, yaşam belirtisi yokmuşcasına sessizler. federal binanın önünde hakikaten filmlerdeki gibi takım elbiseli adamlar vardı. yürüyerek otele döndükten sonra eşyalarımızı aldık ve hemen yola çıktık, daha kısa olan yolun 3. kısmını bir sonraki posta bırakıyorum. bir de müze fotoğrafları da çalınan bilgisayarda kalmış...

11 Kasım 2011 Cuma

the henley park hotel

Washingtonun oldukca merkezi bir bolgesinde massachusetts avenue de yer alan bu otel, oldukca luks ve butik bir otel. Herhalde son oda kampanyasi falan gibi bir seyden yararlanarak rezervasyon yatirdik, cunku oldukca uygun fiyat odememize ragmen cok guzel bir odada kaldik. Otel beyaz saraya ve smithson muzelerine yurume mesafesinde, zaten d.c. De hic arac kullanmadik. Otelin valesi var ama isterseniz hemen yakininda public park yeri mevcut, bir de sokak parki var o da gece boyunca ucretsiz, park metreler sabah calismaya basliyor. Biz yolda cok yoruldugumuzdan arabamizi direkt valeye verip otele girdik.






Otel genel olarak klasik dosenmis, giris ve lobide sasali mobilyalar ve halilar var. Odalar da genel konseptle uyumlu olsalar da daha sadeler. Odada standart ozelliker bulunmakla beraber amenity ler oldukca fazlaydi. Odanin tek eksigi manzaraydi, penceresi apartman boslugu gibi bir yere bakiyordu. Ama otelin en guzel yeri restoraniydi. 

" coeur de lion " isimli bir gurme restorani bunyesinde barindiriyor. Restoran Oldukca los aydinlatilmis oldugundan duzgun fotograflar cekemedim. amma velakin hayatimda yedigim en gorkemli yemegi burada yedim sanirim. Ben organik tavuk gosu, sevgilim ise ordek yedi. Her iki tabak da hem gorsel hem de lezzet acisindan tam bir sanat eseriydi. Goruntu muhtesemdi tamam, ama sos ve icindekilerin birbiriyle ve sosla uyumu cok cok guzeldi. Yaninda da guzel bir sise california sarabi ile birlikte mutlu mesut yemegimizi yedik. Yine garsonu esir alarak sorular sorduk ama bu sefer garsonun da tunuslu cikmasindan dolayi sordugumuzun bes katini anlatti sagolsun. Amerikan halkiyla ilgili tum tespitlerini dinledik. 

Bu restorana her ne kadar yorgunluktan baska bir yer aramaya usendigimizden girmis olsak da cok memnun ayrildik, zaten zagatin top 10 listesine de girmis d.c de. Ama bu restorana da otel ucretinden daha fazla odeyip ayrildik, bu da kucuk bir not olarak burada kalsin, e her guzel seyin bir bedeli vardir degil mi?