21 Aralık 2010 Salı

bozburun




sonunda bozburun yazısını yazabilmek için oturabildim. bunun için sabah uyanır uyanmaz evden fırlayıp kahveciye oturmam gerekse de önemli değil, dışarıda daha çok yazabiliyorum. er yerde bir sürü not alıyorum, ama eve gidince puf hepsi uçup gidiyor. zaten bu yazıları defterimden bloguma aktarmak en büyük iş.

kurban bayramından 3 gün önce gittik bozburuna. aslında niyetimiz istanbuldan daha erken ayrılmak ve daha güneye (ölüdenize) gitmekti ama her zamanki gibi son dakika da değişen iş planları olunca ancak cuma günü öğleden sonra ayrılabildik istanbuldan. yolda telefonla çözülmeye çalışılan krizler falan derken akşam 20:30 gibi vardık güzel izmire. biz bir gece izmirde ya da kuşadasında kalmadan bir yere gitmeyiz, yoruluyoruz ne yapalım. izmirde kuzenler, yeğenler müthiş dinlendirici, mutlu edici bir gecenin ardından cumartesi sabah çıktık güneye doğru yola. halen bozburun mu ölüdeniz mi derken benim yoğun ısrarlarım sonucu bozburuna döndük.

bozburun, marmaristen 55km ( yaklaşık1 saat sürüyor), izmirden ise tam 4 saat sürüyor. gittiğimizde ortalıkta in cin top oynuyordu ve biz açlıktan ölüyorduk. şöyle küçük bir tur attık bozburunda - neredeyse teknelerden sahilin görünmediği sahil yolunda - hiç bir yer açık görünmüyordu, pansiyonlar, restaurantlar çoğu kapalıydı haftasonu olmasına rağmen. gözümüze kestirdiğimiz ve 1 masa müşterisi olan (diğerlerinde hiç müşteri yoktu) tek restauranta girdik.





bozburun restaurant, denizin dibinde - başka bir kelime bu yakınlığı anlatmaya yetmez-  yeni açılan deniz hudut kapısının hemen yanında. ararsanız bulmakta zorluk çekmezsiniz, gerçi bozburunda herhangi bir yeri bulmakta zorluk çekmezsiniz ya, bir tek pazar yeri garip bir şekilde köyün en uzak köşesinde. kendimizi akşam yemeğine sakladığımızdan sadece atıştırmalık bir şeyler söyledik. 1 porsiyon köfte, sigara böreği, yoğurtlu meze (kuru cacık) , salata, 1 bira, 1 soda. hepsine 43 tl ödedik. o zaman ucuz gelmiş, şimdi bakıyorum da az değil. gerçi manzara büyüleyici olduğundan hesap falan pek umurunuzda olmuyor. yediklerimiz de ciddi anlamda  güzeldi, salatanın içindekilerin tazeliği, yağın lezzeti ve bolluğu, zeytinyağında kızarmış patatesler, kese (süzme) yoğurdun kezzeti, hepsi birbirinden güzeldi.

karnımız doyunca, kalacak yer aklımıza geldi artık. ben internetten 1-2 yere bakmıştım ama böyle spontane tatillerde rezervasyon yaptırmak adetimiz olmadığından oturduğumuz restaurantın garsonuna sorduk. bir adam gönderdi pansiyon sahibi, ama baktık bizden başka kimse yok otelde vazgeçtik. sonra sahilde yavaş yavaş ilerlemeye başladık ve benim daha önce internette gördüğüm dolphin pansiyonda durduk. devamı yeni postta artık...

i love americano



yazdıklarımı bloga aktarmak için bilgisayarın başına sonunda oturabildim. sabah erkenden ayılmak için caffe neroya çöktüm, sevdim ben bu işi, havalar da güzel. böyle olunca da güne açık havada kanve içerek başlamak şahane oluyor. hem de 3.50 tl ye bir açma aldım yanında da kocaman americanoyu hediye ettiler. caffe nero nun böyle bir kahvaltı kampanyası var, kahvaltılık yanında istediğin boyda, istediğin içecek bedava. caddenin aşağısına başka bir kahveci daha açıldı, yarın da onu denemek istiyorum.

mutfakta oturup yazı yazmak zor aslında, hele şu anda öyle kokular yayılıyor ki fırından.... epeydir zencefilli kurabiye tarifi arıyordum denemek için, sonunda martha stewart ın bir tarifini buldum. şimdi fırında pişiyorlar, beni delirtiyorlar kokularıyla. muhteşem görünüyorlar ayrıca. tarifini ayrıyetten yazacağım.



sabah pazara gittim, sırf ot almak için. yaşlı bir teyzeyle amca var, envai çeşit ot satıyorlar şu güne kadar istanbulda bulamadığım. bugün tezgahta ne ararsan vardı, turp otu, hardal, hindiba, dalgan(ısırgan), arapsaçı, iğnelik, ebegümeci ve büyük bir süpriz şevketi bostan. görünce çığlık atmamak için zor tuttum kendimi. yalnız ayıklamadan satıyorlardı alamadım, haftaya sipariş verdim ayıklayacaklar bana. şu günleri de gördüm ya istanbulda, daha da mızmızlanmam burdan gitmek için. ne ararsan var işte. şimdi kurabiyeleri fırından çıkarayım, suda bekleyen hardalları haşlanması için tencereye atayım ve artık bozburun yazılarını bilgisayara atayım...