3 Şubat 2010 Çarşamba

UP IN THE AIR


Ülkemizde "Aklı Havada" ismiyle gösterime giren bu film hoş bir seyirlik olarak tanımlanabilir. Ben bu filmi bir cuma akşamı işten geldikten sonra 2. film olarak izledim, ilk izlediğim "Moon" du, onu da ayrıyeten yazacağım. Filmleri ne zaman ya da nerede izlediğimi yazıyorum çünkü bu koşullar dikkatimi oldukça etkiliyor. Bu filmi de bütün bir haftanın yorgunluğunun ve Moon gibi akıcı olmayan bir filmin üzerine izlediğimden açıkcası biraz sıkıcı geldi.

Film,kriz nedeniyle işten çıkarmalarla ilgili, e tabi yine aşk var, seks var, aile ilişkileri var falan filan. Ryan Bingham (George Clooney) küçülmeye giden şirketlerde işten çıkarılma görüşmelerini yapan özel bir danışmanlık şirketinde çalışmaktadır. Sürekli American Airlines ile seyahat etmekte ve şehir şehir gezmektedir, en büyük hedefi de bir milyon(ya da 10 milyon) seyahat miline ulaşan 7. kişi olmaktır. Ancak birgün çalıştığı şirkette bir ufaklık , Natalie (Anna Kendrick) , bu kadar masrafa gerek yok, online görüntülü görüşmelerle de bu işi rahatlıkla yapabileceklerini söyler. Ryan bu yönteme kesinlikle karşı çıkar ama yeterli olmaz, Natalie'yi işi öğrenmesi için Ryan'ın peşine takarlar. Bu arada Ryan , kendi gibi sürekli iş seyahati yapan Alex'e aşık olur. Ryan'ın Alex'e aşkı oldukça dramatik olmakla birlikte, gerçek hayatta o yaşta bir adamın hayat görüşünü o kadar değiştirecek kadar aşık olmasına pek ihtimal vermiyorum ben. Genç ya da deneyimsiz bir adam değil ki Ryan? Nasıl göz göre göre sadece seks arkadaşı olan, ayda bir görüştüğü bir kadınla evlenebileceğini düşündü anlamadım, hem de koskoca George Clooney, peh elini sallasa ellisi. Duygularını köreltip, işi insanları ifadesiz bir suratla işten atmak olan bir adamın bir anda yelkenleri fora etmesi garip yani. Natalie film boyunca Ryan'dan çok daha dürüst davrandı bence, her ne kadar uğraşsa da işten atılan insanlardan etkileneceği belliydi, nitekim sonunda da istifayı bastı.

Gelelim filmin işten atılan insanlar kısmına; gerçekçi olması için bazı sahneleri hakikaten işten atılmış insanlara oynatmışlar. Gerçi bana sorsalar Amerikalı işten atılmış insan tipi nasıl olur diye aynen bu filmdeki gibi derdim. Sanki sadece şişman ve çirkinler işten atılır! İnsanlara işten ayrıldıktan sonra bir program sunmaları iyi hoş, ancak bir yabancı tarafından işten atılmak hakikaten kötü olmalı. Bu insanların sonraki hayatları ile ilgili bilgiler yetersizdi filmde, köprüden atlayan kadın haricinde. Vurucu bir şey olması gerekiyordu belki de.
Aslında filmden bayağı etkilendim, beğendim genel olarak ama kızdım da , kafam da karıştı. Bir yerden güzel yakalamışlar ama bu evlilik-aşk işlerinde batırmışlar gibi geldi bana. Sonuç olarak işsiz kalmaktan korkmamak lazım, hayatın sonu değil. Ama bütün hayatını sana saygı duyulmayan bir şirkette çalışarak geçirmek çok daha kötü. Şimdi danışman bir firmadan bir adam gelip bana işten çıkarıldığımı söylese, onu çok ciddiye almam, illa gider patronla kavga ederim. Demek ki biz henüz kurumsallaşamamışız. :)

SURROGATES


Aslında bu tarz bilim kurgu filmlerini çok klişe bulurum, ama bu film sadece 88dk sürüp beni baymadığından mı, yoksa konusu diğerlerine göre daha orijinal olduğundan mı hoşuma gitti . Türkçe'ye "Suretler" olarak çevrilen bu film başlıbaşına bir Bruce Willis filmi. Filmin başından sonuna kadar nerdeyse tüm sahnelerde var.


Film çok da uzak olmayan bir gelecekte geçiyor. Dünya değişik virüslerden, salgınlardan sonra oldukça kirli ve, sağlık ve güvenlik açısından oldukça güvensiz hale gelmiştir. Buna çözüm olarak da her vatandaşa bir "suret" satın alma hakkı verilmiştir. insanlar evde sıcak ve güvenli yataklarında yatarken - ki sürekli yattıkça gittikçe şişmanlamakta, yaşlanmakta ve çirkinleşmektedirler - suretleri işe gider, partiye gider, kısacası dışarıdaki herşeye onlar bakar. karı-kocalar birbiri ile görüşmez, sevişmez, tabi ki ölmüş çocukları yüzünden depresyonda bir çift ebeveyn klasik olarak filmde vardır. Bir de tüm bunları redderek güvenli bölgede yaşayan ve suret kullanmayı reddeden insanlar.


Bence orijinal bir konu işlemişler. Filmin kısa olması iyi olmuş, akıcı olduğu kadar kopukluk da yok denecek kadar az. Bu film 3 saat de sürebilirdi belki, ama bunun tek getirisi klişeler olurdu. Ha, bu filmde de var tabi ki klişeler, mesela bilgisayar uzmanı hamburgerle beslenen şişko, tabi ki ölüyor filmin sonunda . Bu arada filmde herkes güzel, bakımlı , bronz, evdeki gerçeklerin aksine herkes yapma güzelliğine inanmış vaziyette. Bir ara mutlaka izlenmesi gereken bir film.

UP


"Yukarı Bak" diye Türkçe'ye çevrilen bu film izlediğim en iyi filmlerden biriydi. Nedense animasyon filmlerinin hikayeleridaha güzel geliyor son zamanlarda. Wall-E, 9, Up; bu üç filme de bayıldım. Eğer çocuğunuz yoksa bu filmi sinemada izlemek sizi biraz zorlayabilir, çünkü -bence yetişkinler için olan - bu acıklı ve keyifli filmi izlemek için, bir salon dolusu minik sinemaseverle bağrış çağrış oturmak zorunda kalabilirsiniz. Biz izlerken bizden başka çocuksuz yoktu sinemada, daha önce de sinemada böyle animasyon filmi izlemediğimiz için sürekli anne babalarıyla konuşan gülüşen çocuklardan rahatsız olduk. muhtemelen çocukla film izlemenin raconu budur, öğrenmiş olduk.


Gelelim filmimize.. Filmin başında Carl'ın çocukluk aşkı karısının pat diye ölmesiyle boğazınıza bir yumru saplanıyor. Sinemadaki zavallı çocuklara acıdım zaten bu sahneden sonra, komedi filmine gelmişler, ölümle karşılaşıyorlar. Bundan sonra Carl huysuz bir ihtiyar oluyor ve huzurevine gitmeyi reddetiyor. Russell ise , yaşlılara yardım nişanını almak için uğraşan bir küçük izci. Gözüne kestirdiği yaşlı ise huysuz Carl. Sevgili karısı ile yaşadığı evi vermemek için süper bir plan yapar ve uçan balonlarla evi uçurur ve tabii Russell da yanlışlıkla onunla birlikte havalanır. Macera bundan sonra başlar, Carl'ın çocukluk kahramanı Muntz, cins kuş Kevin olaylara dahil olur ve çocuklar için filmin eğlenceli kısmı başlar :)


Bu filmin yüzde 80 i oldukça eğlenceli olmasına rağmen, ben sürekli boğazımda bir yumruyla izledim, öyle bir hüzün oturtmuşlar ki filmin alt yapısına , hep bir buruklukla gülüyorsunuz. Aile sevgisi, yaşlılar, arkadaşlar hepsinin kıymeti çocuklara ve tabii ki yetişkinlere de çok güzel anlatılmış. Şiddetle izlemenizi tavsiye ederim.

2 Şubat 2010 Salı

Tie Me Up! Tie Me Down!


Orijinal adı "Atame" olan bu film en sevdiğim yönetmenlerden bir olan Pedro Almodóvar'a ait. 1990 yapımı olan filmin başrollerinde Antonio Banderas ve Loles Leon oynuyor. Dolayısıyla oldukça genç ve uzun saçlı bir Antonio ile karşılaşıyoruz. Bu filmi ilk kez üniversitedeyken cnbc-e nin cumartesi akşamları aynı yönetmenin 2 filmini arka arkaya yayınladıkları bir kuşağı vardı, o zaman izlemiştim. geçenlerde tekrar aklıma gelice bir kez daha izledim.

Lola, uyuşturucu bağımlısı - eski porno, yeni drama - artisti bir kardeşimizdir. Ricky ise, Lola'ya aşık, akıl hastanesinden yeni çıkmış , suç bağımlısı, çalmaktan başka bir meziyeti olmayan bir delikanlıdır. Hastaneden çıkar çıkmaz Lola'nın çalıştığı film setine gider büyük umutlarla, ancak Lola onu tanımaz. Ve olaylar bundan sonra gelişir. Zorla güzellik olur mu, iki manyak birbiriyle nasıl geçinir, oldukça güzel ve mizahi bir şekilde bu filmde anlatılıyor. Bittabi her zamanki Almodovar hüznü de mevcut. Birbirini tutkuyla seven kadın ve adam , güzel sevişen insanlar ve komedi. Mutlaka izlenmesi gereken bir film.