19 Aralık 2011 Pazartesi

nyc'de yemek - içmek

evet sonunda sıra nyc de tek tek neler yedik içtike geldi sıra. bu yazıları başkalarına faydası olsun diye yazmakla beraber esasında, kendi kişisel tarihimize not olsun diye yazıyorum. tek tek neler yapmışız unutmayalım istiyorum. tatile çok kolay çıkmayoruz, işimiz nedeniyle, erken rezervasyon falan gibi avantajlardan hiç bir zaman yararlanamadığımız gibi, genellikle son dakika bilet yakmakta üzerimize yoktur. sürekli iptal edilen planlar eskiden moralimizi bozardı ama artık anlık plan yapmayı ve bundan zevk almayı öğrendik. hal böyle olunca da her tatil bizim için daha kıymetli oluyor tabii.


nyc ye ilk geldiğimiz gün hava koşulları çok kötüydü, yolda da yağmur yüzünden yorulduk ve sadece arabada bir şeyler atıştırarak seyehat ettik. otele girişimiz zaten sucuk gibi ıslandığımızdan dolayı tam bombaydı, dolayısıyla bir şey yiyecek ya da yiyecek yer arayacak halimiz yoktu ve doğrudan kaldığımız otelin restoranına indik. nam-ı diğer "prime cafe" uzunca ve biraz sıkışık bir restoran olmasına rağmen, tüm otel personeli gibi garsonları da çok sıcakkanlı ve ilgiliydiler. maalesef restoranla ilgili pek fotoğrafım yok, yemek fotoğraflarının çoğu kayıp. bu restoranda bir kez akşam yemeği, bir kez kahvaltı ve bolca da akşam üzeri atıştırmalığı yedik. akşam yemeği olarak caesar salad ve greek salad aldık, ve greek salad üzerinde bir süprizle - yaprak sarma - ile geldi. hakikaten kötü günün ardından bayağı moral oldu. caeser salad da fena değildi. zaten masada sürekli tuzlu tereyağı ve kızarmış ekmek bulunuyor, aç kalma şansınız yok. kahvaltıdaki omletler de oldukça başarılıydı ve porsiyonlar çok büyüktü, omletleri patates ve kızarmış ekmekle servis yapıyorlar. akşam üzerleri happy hours mevcut ve bahçesinde masalar var yani açık havada oturup bir şeyler yeyip içebiliyorsunuz, bu oldukça güzel.



kahvaltı için genellikle starbucks aradık durduk, boş yeri olan starbucks bulmak için bayağı zaman harcadık çoğu zaman, bir gün de vazgeçip starbucks aramaktan "guy & gallard " isimli bir cafeye oturduk, genellikle herkes alışverişini yapıp çıkıyordu, o yüzden oturulacak kısım bomboştu, bu da bizim burayı tercih etmemizdeki en önemli etken oldu doğrusu. biz öyle elimize bir şeyler alıp hem yürüyüp hem yiyip içemeyiz. illa ki, geniş geniş oturucaz, başka türlü olmaz. neyse burada da peynirli ve domatesli bir sandviç bulunca iyice karnımızı doyurdu. başka bir sabah da 7. ave üzerinde adındaki ekmek kelimesine kanıp " the bread factory " isminde bir yere girdik. içi turist dolu, self-servis bir restoran, dolayısıyla herşey dandik. ben bir waffle yedim ki evlere şenlik, lastik gibi, üzerine de çilekleri resmen kuş kondurmuşlar. zaten ben sağa sola bakınırken yarısını da sevgilim yedi. kendisi baktı zaten gözüne bir şey kestiremeyince bir muz ve portakal suyu ile öğünü geçiştirdi. yani burayı beğenmedik sonuç olarak.





nyc ye gitmeden önce araştırdığım yerlerin çok azına gidebildik. bunlardan biri " hill country barbecue market " tı ve ne tesadüf ki otelimizle aynı sokakta yer alıyordu. bu restoran teksas usulü barbekü yapıyorlar. herşeyi odun ateşinde ağır ağır pişiriyorlar ve kiloyla satıyorlar. öyle tabakta restoran servisi yok, etleri gidip seçip tarttırıyorsunuz ve bildiğiniz yağlı kasap kağıdı üzerinde servis ediyorlar, masaya hemen su geliyor, değişik bir tarzda ama, kavanozda. yanında alacağınız diğer garnitürleri yan taraftaki açık büfeden seçebilirsiniz, hepsi ayrıyetten ücretlendiriliyor. enteresan bir ortam biz öğleden sonra geç saatte gittik, neredeyse kimse yoktu. ben beef ribs yedip, devasa dana pirzolalar, bayağı bir kemirdim durdum. sevgilim de brisket söyledi, bence onunki çok daha güzeldi. restoranın alt katı da bar / disko olarak çalışıyor, her akşam canlı müzik , dj performansı mevcut. bir daha gidersem muhakkak yeniden uğranabilir bir yer. güzel yemek yeyince keyfimiz yerine geldi, yanında da bolca bira tükettiğimizden olsa gerek akşam kendimizi sokaklara attık.




gelelim burgercilere, nyc de bir numaralı burger in "shake shack " olduğunu defalarca okumuştum ve madison square park şubesi kaldığımız otelin dibindeydi. ama yok yağmurdu yok karnımız toktu derken ancak son gün uçağa binmeden önce ancak yiyebildik. tam 45 dakika sıra bekledim, arkamdaki adamın 2 adet bulldog köpeği vardı, onlara rağmen bekledim. sevgilim gık demeden gitti bir kenarda oturdu, muhtemelen son gün diye sesini çıkarmadı. sonuç olarak 2 adet "shackburger" alıp masaya dönebildim. daha doğrusu önce parayı verdim, sonra elime burgerlerim hazır olunca titreyecek olan bir cihaz verdiler öyle masaya döndüm, cihaz ötünce gidip burgerleri teslim aldım. yedik mi yedik, rahatladık mı rahatladık. ama sanırım dünyadaki en iyi burgeri ben zaten evde yapıyorum boşuna dışarıda aramaya gerek yok. şaka bir yana kesinlikle güzeldi ama 1 saatte elde edince insan kuş da kondursunlar istiyorsun, o kadar. bekleyen o kadar çok insan vardı ki, sadece adı çıkmış diye o kadar sıra beklenmez, ha bir de ucuz. bir de yine otelin köşesinde "brgr" diye bir yere gittik bir akşam, hava yağmurluydu ve ilk önümüze çıkan yere girmiş olduk. "grass-fed " danaların etinden yapıyorlarmış, fiyatları shake shack ın 2 katıydı. ama sıra yoktu. ben en ucuzundan, sevgilimden en pahalısından sipariş etti. benimki gayet güzeldi ama onunki böyle rokforlu falan pek bir sosyetikti o yüzden beğenmedi. her zaman basit yemek güzeldir düsturunu amerikada, en pahalısı en iyisidire çeviren beyimiz her zaman yeni yönteminden mutlu olamadı maalesef.


ve son olarak sokaklarda yediklerimiz. met in önünde en çok kuyruk olan hot dogcudan hot dog yedik, oldukça güzeldi. şarküteri yasağı kalkınca onu da evde deneyeceğim kesinlikle. sonra bir öğlen başımıza güneş geçip otobüsten inince, yine bir sokak satıcısından hot dog aldık. sonra kenarda yerken baktık ki, başkaları, şiş, bifteki tavuk falan da alıyor, böyle bizim yemeklere benziyor, kısa bir tereddütten sonra yunanlı olduğunu öğrendiğimiz abiden bir tabak aldık. pilav, et, yoğurt ve salatadan oluşan. yüzümüze gözümüze can geldi. hatta aldık paketlerimizi gidip central parkta yedik. bu da sevgilim için bir tabuydu, sokakta yemek yemek, onu da aşmış olduk.




son yazmıştım ama "magnolia bakery" i atlamak olmaz. kısa bir süre burada da sıra bekledikten sonra, bir tane  red velvet cake ve bir tane de chocolate cupcake alıp exxon buildingin önünde havuz kenarında yedik, yaladık, yuttuk. ben daha önce bu kadar güzel pasta yememiştim. bunun yanına yaklaşan bir pasta da yememiştim. nyc nin giderayak bize süprizi oldu.

evet sonuç olarak 15 günlük bu seyahati, çok da pis amerikan yemekleri yemeden atlatmış olduk, hiç kola içmeden, sadece 1 paket pringles yiyerek. evet biz çok düzgün besleniyoruz, çok sağlıklı ve taze yiyecekler yiyoruz ve zayıfız. umuyorum bu hep böyle devam eder, amerikan tarzı yemek buraya yoğun bir şekilde gelmez hiç bir zaman...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder