17 Mayıs 2011 Salı

edirne



edirneye esas gidiş amacımız ciğer yemek, hatta şu meşhur aydın tava ciğer salonuna gitmek olsa da şehri güzelce gezmeden dönmedik. evet edirne demek ciğer demekti bizim için ama aynı zamanda Selimiye Camii ve meriç nehri demekmiş.  şehre girer girmez selimiye camiinin görkemiyle karşılaşıyorsunuz.




hayatımda içine girdiğim ilk cami selimiye. çok büyük , çok görkemli, çok çok büyüleyici. yanlış anlaşılmasın mistik bir şeyler hissetmedim, ama mimar sinanın mimari dehasına bir kez daha hayran oldum. sürekli başım havada, kubbelere ağzım açık bakarak durdum içeride. her gün pencerenin önünde vinçlerin nasıl çirkin binalar  inşa ettiğini izlemekten gına geldiğinden, selimiye camii daha bir güzel görünüyor gözüme. burayı sevme nedenlerimden biri de kimsenin içeride bana başını ört dememesi oldu. zaten kış olduğunda oldukça kapalı giyinmiştim ama nefret ettiğim din bezirgancılarıyla, küçük mücahitlerle karşılaşmadığım için rahatça inceleyebildim tavanları - pardon kubbeleri-. gerçekten de mimar sinanın ustalık eseri.




dışarıdan oldukça gösterişli görünmekle beraber, daha önce söylediğim gibi, bu caminin esprisi o kubbenin altında durmak bence. işlemeler, oymalar, kakmalar hepsi ayrı ayrı incelikle güzel olsalar da kubbenin görkemi altında ne süs görünüyor ne başka bir şey, başlı başına bir dev yapıt.

selimiye camiinden sonra hem daha büyük ve güzel bir cami göremeyeceğimizi bildiğimizden, hem de cami gezme kotamızı uzunca bir süreliğine doldurduğumuzdan eski camiyi teğet geçerek kendimizi bedesten ve çarşılara attık. hemen hediyelik meyve sabunlarımızı aldık. sonra da edirnenin meşhur badem ezmecisi keçecizzade den badem ezmesi ve keşke daha çok alsaydık dediğimiz kavala kurabiyelerini aldık. döndükten sonra kahveyle beraber o bademli mis kurabiyeleri bayıla bayıla yedik - badem ezmeleri zaten güzeldi- sonra da kendimizi daha fazla tutamayıp ciğerciye attık.





ciğerimizi de yediğimizde ancak öğlen olmuştu, oyalanmak için daha çok zamanımız vardı, baktık her yerde tabelası var sultan 2. beyazıt külliyesini bir gezelim dedik. tunca nehrinin üzerindeki tarihi bir köprüden geçerek külliyeye ulaştık, burası 15. yüzyılın sonunda edirneye şifa vermek amacıyla yapılmış. iki avludan oluşuyor, birincisinde darüşşifa dedikleri tedavi amaçlı hastane var. diğer avluda ise tıp medresesi  ve öğrencilerin yatakhaneleri var. buranın önemli bir özelliği geleneksel yöntemlerin dışında musiki ile tedavi de yapılıyormuş, bunun için bir sazende ekibi haftanın belirli günlerinde müzik yapıyormuş.


külliyede yeterince kültürlendikten sonra, edirnenin diğer bir meşhur bölgesi karaağaça gittik ancak ya biz gezmeyi bilemedik ya da hakikaten gezilecek bir yer yoktu. arabayı park ettik şöyle bir etrafa bakındık, geri bindik ve meriçin kıyısına döndük. herhalde edirnede yaşasam hergün meriçin kıyısına gelirdim. meriç köprüsü, diğer adıyla mecidiye köprüsü, kıyısında bir çok çay bahçesi mevcut. çay bahçesi dediysek, hani eskiden egenin kıyı kesimlerinde olurdu ya, hem içki hem çay satılan yerlerden. biraz da orada oturup keyiflendikten sonra dönüş yoluna geçtik. akşam saatlerinde 2. köprü trafiğini de yedikten sonra sağ salim evimize vardık...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder