29 Ekim 2011 Cumartesi
miami'de yemek - içmek
bu postu kısa tutacağım, zira miamide yiyip içmedik desem yeridir. 2 gün içinde toplantı falan filan derken, öğünlerimizi genellikle starbuckta geçiştirdik. bir ara da mall da uzak doğu fast foodu yedik, çünkü o kadar fast foodcu arasında en yenilebilir onlar göründü gözümüze. yanımıza oturan amerikalılar her nekadar yediklerimize bakıp suratlarını ekşitseler de, oradaki en iyi yemekti diyebilirim. bir de wallgreensi unutmamak lazım, oradan aldığımız atıştırmalıklar da iyi idare etti bizi, mesela ben bir çılgınlık yapıp madem amerikadayız, cips yiyelim o zaman diye aldığım pringlesı tam 3 günde bitirebildim. washingtona giderken trafik yüzünden yolda kaldığımızda kurtarıcımız oldu o cips.
miami de sadece bir restorana gittik, daha doğrusu yarı restoran, yarı fast food bir yer, türkiyede de bayağı sükse yapmış olan t.g.i fridays. itiraf etmek gerek kaldığımız otelin köşesindeki ilk restorandı ve biz çok açtık. her şey çok fabrikasyondu. etin tadı, içecekler, sosun tadı, herşey. oturacak yer zor bulduk ama çok daha iyilerini yedik amerikada. jack daniels sosun bir numarası yokmuş. ben artık road trip yazılarını yazmak için sabırsızlanıyorum...
miami
biz bir zamanlar plan yapmıştık, new yorktan miamiye gidecektik. 1 hafta - 10 gün miamide tatil yapacaktık. bir sürü notlar almıştım, key weste gidecektik, evergladese, alligator farma gidecektik, sight seeing cruiselerle şehri denizden gezecektik, coral gables, coconut groove, south beach, ocean drive, fort lauderdale, boca raton, palm beach, fort pierce, her yeri gezecektik. ve hatta oradan da universal studiosa da gidip orayı da gezecektik. peki biz ne yaptık, bir toplantı yaptık, bir de sawgrass millse gidip alışveriş yaptıktan sonra miamiden resmen kaçtık.
kaçtık kaçmasına ama kesinlikle gözümüz arkada kalmadı, nasıl olsa her yıl gitmemiz gerekecek kısmetse, daha normal bir mevsimde ayarlarız bundan sonra işlerimizi ve düzgün bir otel en önemlisi. otelin hijyen eksikliği bizi ciddi anlamda huzursuz etmişti çünkü.
miamide neler yapılırın cebvabını aslında yukarıda yazdım, tüm bu yerler gezilebilir. gerek kasırga, gerekse labor day tatili olmasından dolayı tüm miaminin hispanik tatilci istilasına uğramış olmasından key weste gitmeyi göze alamadık, en merak ettiğim yer orasıydı. evergladesin de tamiami trail ile tam ortasından geçerek geldiğimizden ve hem naplesta hem de tamiamide timsahlara doyduğumuzdan kapsamlı bir everglades turuna katılmadık. cruise turlarını da yine hava koşulları sebebiyle iptal ettik. geriye mall ziyareti kaldı, bir de nasıl olsa oradan alırız diye yanımıza hiç kıyafet almadığımızdan mecbur birşeyler de almak zorundaydık.
miami de hava biz orada bulunduğumuz sürece inanılmaz nemli idi, ya yağmurdan dışarıda gezemiyordunuz, ya da güneş açtığında sıcaktan klimasız bir yerde duramıyordunuz. bir de miamiyle ilgili mutlaka söylenmesi gereken bir şey, şehirde toplu taşıma çok kısıtlı, metro yok, muhakkak araba edinmek gerekli, ama trafik var. ve ara ara paralı yollar var, bizdeki ogs gibi sunpass diye bir şey kullanıyorlar. bazı yerlerde gişeler var, nakit ödeme yapabiliyorsunuz, ama bazı yerlerde sadece otomatik var, onlar plakaya daha sonra ceza olarak geliyor, belirtmekte fayda var.
okyanus bizim egede alıştığımız tarzda bir deniz değil, sıcak, bulamaç gibi ve sığ ama adı okyanus işte. girmek yine de eğlenceli, dev dalgalar yok, surf yapılamıyor, vallahi manken gibi kızlardan da göremedik ama olsun. insanlar rahat, kimse kimseye ne gösteriş yapma derdinde ne de taciz etme. cankurtaran kulesi sayısı hakikaten çok, ama boğulmak biraz zor o denizde, köpek balığı falan geliyorsa bilemem.
ocean drive, piyasa caddesi, üzerinde barlar ve restoranlar var, çoğunda da party ortamı. hispanikler ve turistler kokteyl içiyor, beyazlar plajda koşuyor. burada şöyle bir tur atıp, akşam üzeri happy hourlarda bir şeyler içilebilir. bu caddenin arka paralelinde collins ave uzanıyor, burada da mağazalar ve restoranlar mevcut yine.
miamide herşeyin çok ucuza satıldığı çok büyük bir alışveriş merkezi var, sawgrass mills. miami beache yaklaşık 30 mil mesafede, arabasız gitmenin mümkün olduğunu zannetmiyorum. gördüğüm tüm alışveriş merkezlerinden çok ama çok büyük bir yer, 300 ün üzerinde mağaza yer alıyor içinde. biz cumartesi akşam üzeri gitmek gibi bir hata yaptık buraya ve tam 45 dakika park yeri aradık. içeri girdiğimizde ise resmen yürümekte zorlandık. bir de labor day indirimleri olduğundan, içerisi valizli turistlerle doluydu. burada kural, önce bir valiz alıyorsun, sonra da içini dolduruyorsun. ucuzluk durumuna gelirsek, tekstil türkiyede ucuz, ancak bazı burada bulunmayan ya da burada lüks adledilen bazı markalar ucuzdu. onun haricinde öyle her şeye saldırılacak bir durum yoktu, ama tabi ki kapanış saatine kadar neredeyse tüm mağazaları gezdik.
miamideki son gecemizi de mall da harcadıktan sonra okyanus manzarasına karşı içkilerimizi yudumlayıp, sabahın köründe miamiden ayrılmaz üzere sızdık. 1200 küsur millik yolculuğumuz için enerji lazımdı...
21 Ekim 2011 Cuma
the savoy hotel
Otel savoy, anlatmaya nereden baslasak bilemiyorum, bir arkadasimizin tavsiyesiyle bu otele rezervasyon yaptirdik. Kaldigimiz tarihler labor day tatili ile cakistigindan ciddi rakamlar da odedik eylul ayi icin, normalde olu sezon miami de, hava cok sicak ve nemli, kalabalik da degildi pek fazla zaten. Otel miami beach e sifir konumda eski tip orijinal bir binada yer aliyor, otoparki yok, ancak tam karsisinda ucretli bir otopark mevcut.
Biz, madem miami beache geldik, olmusken tam olsun diyerek oceanside bir suit tuttuk. Otel genel olarak bir yenileme icerisinde ama yenileme henuz sadece lobide var, geriye kalan her yer inanilmaz eski. Ama odanin manzarasi tek kelimeyle muhtesem! Yatak odasi, oturma odasi, mutfak ve banyodan olusuyor. Pek bir amenity yok ama dedigim gibi balkonunda oturmak yeterli. Koskocaman bir mutfagi var, hakikaten enteresan olculerde buyuk, bizim istanbuldaki mutfagin neredeyse 3 kati. Kocaman bir yemek masasi olmasina ragmen sadece ikili koltuk vardi, biraz garip tabi.
Otelin de gece de acik olan cok da ufak olmayan - daha neler gorduk - bir havuzu var. Al bundy ve ailesi tipinde amerikalilar gece yarilarina kadar cimiyorlar. Otelde ucrete sadece oda dahil, kahvalti istenirse ucrete tabi olarak barda continental olarak var. Otelin bar - restoran kismi fena degil, aksam uzerleri happy hour var.
Vee okyanus... Kocaman bir kumsal ve derinlesmeyen su, okyanusa da girmeden donmedik allahtan miamiden. Neredeyse hava kararmak uzereydi biz deniz kenarina gittigimizde, dolayisiyla oldukca sakindi. Hayallerimizdeki manken gibi kizlari goremedik maalesef, onlarin yerine dombilik hispanikler vardi. Labor day tatilini gecirmek uzere hepsi miami beache gelmis.
Otelde basimiza bir acayip olay geldi bir de, toplantimiz erken saate alininca biz acelece odadan cikmaya calisirken bir housekeeper da odaya girmeye calisti. Ancak kapinin arkasindaki guvenlik kilidi kapali oldugundan ablamiz biraz kuvvet kullanarak, ve tabi hic kapiyi calmayi denemeden iceri girmek istedi ve kilit bozuldu. Bizi kurtarmak icin guvenlik kapisindan gelen eleman da geldigi kapiyi kapatip - oda icinden acilmiyor bu kapi - bizimle beraber odada mahsur kaldi. Sonra sevgilimle beraber kapiyi kirdilar da disari cikabildik. Bu sacma olaylar sadece turkiye de olmaz belki ama illa ki bizim basimiza gelir. Absurd!!!
Sonuc olarak muhtesem manzarali vasat bir oteldi savoy, hersey gercekten eski ve az temizdi. Bir ara pirelendigimizi bile dusunmedik degil, miami de kisa kalmamizda bu otelin de etkisi azimsanamaz...
tamiami trail
Miami ile tampayi biribirine baglayan "Tammy- ammy" diye telafuz edilen bu yol toplamda 264 mil uzunlugundadir ve soylemesi hakikaten zevklidir. Bu yol naples in de icinden gectiginden bizim gps surekli cok guzel bir ritimle "tammy- ammy" dediginden ben cok sevdim. Biz bu yolun naples miami arasini "everglades national park" in tam kalbinden gecen kismini katettik. Bu yol yaklasik 100 mil ama hakikaten dunyanin en enteresan milli parklarindan birinin icinden gectigi icin uzerinde yapacak cok sey var.
Yol 1923 de yapilmaya baslanmis ve amerikadaki diger yollarin aksine tek gidis ve tek donusten olusuyor. Tamiami, yol uzerinde bir cok koyunu de gorebileceginiz kizilderilerin kontrolunde, yani her turlu hiz, yol kuralllarina istisnasiz uymak gerekiyor, nitekim kizilderililer bu konuda acimasizlar. Es keza tutuklanacak olursaniz kurtulmaniz bayagi zormus. Yol boyunca milli parkin info centerlari mevcut, ama arabadan elinizi uzattiginiz anda sinek saldirisi basliyor, muhakkak sinek kovucu kullanmak lazim, keza buranin sinekleri naplesinkilere de benzemiyor, bambaska sekillere sokabiliyorlar vucudunuzu. Bu dinlenme tesislerinde tuvalet, soft icecekler, kucuk bir hediyelik dukkani ve parkla ilgili bilgiler mevcut.
Bir de aralarda kizilderili tesisleri var,biz miccosukee diye bir yerde durduk, kazikci ve suratsiz kizilderiler tarafindan isletilen bir tesis. 500 dolara etek satiyorlardi, orijinal kizilderili isiymis, insan icinde giyilmez. Kendileri gecimlerini genel olarak turizmle sagliyorlarmis, yol uzerindeki tesisleri ve airboat turlari haric bir de otel ve kumarhaneleri varmis.
Neyse buraya kadar gelmisken bir airboat turuna katilmadan donmeyelim dedik ve naplestan miamiye dogru giderken shark valleyi gectikten sonraki ilk soldaki tesiste durduk. Adini not etmeyi unutmusum, bu sefer akillilik edip sinek kovucumuzu bastan arabadan cikmadan surduk. Kisi basi 15 dolar olan ucretimizi odedikten sonra tekneyi beklemeye basladik ve o sirada yeniden gunes acti, bir hava ne kadar sicak olabilir ben miami de ogrendim. Neyse bindik ve yaklasik 45 dakika suren super eglenceli turumuz basladi, ilk basta bayagi tedirgin bir sekilde simsiki tutunmustum ama 5 dakika icinde gayet rahat sagin solun fotografini cekiyordum. Kaptan hem airboati kullanirken, bir yandan da timsahlari gozluyordu, bir tanesinigorunce de bizi dibine kadar yaklastirdi timsahin. Evet belgesellerdeki o suyun icinden bir anda firlayan timsahi gercekten gorduk, cok heyecanliydi. Bir de bizi batakligin ortasinda bir kizilderili koyune goturduler. Ben surekli kafamdan asagi su dokmekten ve sagimdaki solumdaki timsahlara ciglik atmaktan pek bir sey anlamadim orada. Her yerde timsah vardi, ama her yerde, oylece duruyorlar suyun icinde. Folridada bir milyonun uzerinde timsah yasiyor ve nadir de olsa insanlara saldiriyorlarmis. Belediyenin timsah timi varmis, evinize, havuzunuza, bahcenize girdiginde arayip cagiriyormussunuz. Enteresan bir durum.
Neyse gunes ve ruzgarin etkisiyle 45 dakikada istakoz gibi yandiktan sonra biraz da yavru timsahlari sevdik ve oradan ayrildik. Kesinlike amerika seyahatinin en degisik deneyimlerinden biriydi. Neredeyse ucarak sazliklari uzerinden giden airboatin uzerinde, altinda timsahlarin oldugunu bilerek gezmek cok cok heyecanliydi. Kisa bir sure daha arabamizi miami beache dogru surduk ve okyanusla bulustuk. Miami yazisi yakinda...
20 Ekim 2011 Perşembe
naples'ta yemek - içmek
naples'a ilk vardığımızda tüm günü yolda geçirmiş ve havanın kararmasına ramak kala naples'a ancak varabilmiştik, gün boyu neredeyse hiçbir şey yememiştik. kısaca açlıktan ölüyorduk. buluşacağımız arkadaşlarımız bize bir restoranın adresini gönderdi ve biz de direkt onu gpse girdik. normal şartlar halinde ancak ve ancak benim doğum günüm gibi itiraz edemeyeceği günler haricinde uzak doğu mutfağından uzak duran sevgilim açlıktan ve kibarlıktan itiraz edemedi. ve restorana gitmiş bulunduk, ben açlıktan fotoğraf falan çekemedim bir de yeni tanıştığım insanlara ingilizce derdimi anlatmaya üşendim açıkçası, zaten ortam da oldukça loştu, bahane bahane işte... ben salmon roll ve shrimp tempura roll sipariş verdim, baştan çok övdüler bana ve kesinlikle güzeldi de ama işte klasik amerikan işi yemeğin sonunda damakta kalan o deep fried tadı sushi de bile vardı. eşim ördekli bir tabak söyledi, ramen yiyen oldu ve deniz ürünleri de herkes mutlu kalktı masadan...
ertesi gün dışarıda yemek yemedik, akşam evde barbeküde tavuk ve yanında mikrodalgada pirinç ve brüksel lahanası yedik. ve günün özlü sözü sevgilimden geldi " medeniyet soğanın yağda kavrulmasıyla başlamış " bu sözün üzerine ertesi gün evde benim yemek pişirmemi kararlaştırdık ve süper kaliforniya şaraplarıyla keyifli bir gece geçirdik.
ertesi gün 3rd streette sıcaktan duramaz halde kalınca ilk önümüze çıkan restorana attık kendimizi, öğle saatiydi evet ama henüz acıkmamıştık. e ayıp olmasın diye hafif bir şeyler söyleyelim dedik. önden buzlu ve limonlu su geldi, sonra da sıcak ekmek ve tarçınlı yağ geldi. ben tarçınlı yağdan pek hoşlanmasam da sevgilim hepsini lüpletti. bu arada restoranlarda garsonlar masanıza gelip kendilerini tanıttıktan sonra muhakkak kısa bir süre sizinle sohbet ediyorlar, hoş bir durum, hiç suratsız garsona rastlamadık yazıyordum tam ama chicagoda bir tanesiyle muhattap olduk, istisnalar kaideyi bozmaz. genel olarak hepsi oldukça naziklerdi.
sevgilim beef salad sipariş etti, ben de karidesli ceasar ikisi de oldukça güzeldi, ben bu büyük ve az pişmiş karidesleri seviyorum. türkiyede bulmak, daha doğrusu menüye dahil eden yer bulmak çok kolay değil. genellikle haşlanmış çimçim karidesleri dayıyorlar bize burada. neyse efendim starbuckslarda yediğimizi içtiğimizi saymazkak, ki hatırı sayılır bir yemek içmek bahsettiğim naples ta dışarıda yediklerimiz bu kadar.
son akşam ben evde türk yemeği pişirmeye söz verdiğimden target a yollandık bir güzel. targeta gidene kadar ne pişireceğimle ilgili en ufak bir fikrim yoktu, ki gittik sebze reyonuna baktım baktım yine olmadı. reyonda sebzelerin %50 si patates, patates yemek de hamallıktır bana göre, bir köşede az biraz kalmış fasulyeye benzer bir şey buldum. içlerinden düzgünlerini seçe seçe aldım artık ne kaldıysa. ve menüyü oluşturdum kafamda. taze fasulye, pilav, cacık, çoban salata. oldukça basit, ama amerikada değil. zeytinyağı markette sadece 10 şişe 0.5 litrelik vardı. sade yoğurt desen yarım kilosu 6 dolar. neyse bir şekilde malzemeleri tamamladık ve evin yoluna koyulduk, o sırada da bir fırtına çıktı, gps bizi yanlış yoldan götürdü v.s. bir şekilde akşam yemeği hazırladık. istanbulda elini herhangi bir yemek işine sürmeyen eşim amerikada aç kalıp taze fasulyeyi görünce bana acayip yardım etti yemek yaparken. bu da tarihe bir not olarak düşülsün. sonuç karnı tok, gülen yüzler. ve kaliforniya şarabı ...
ertesi gün dışarıda yemek yemedik, akşam evde barbeküde tavuk ve yanında mikrodalgada pirinç ve brüksel lahanası yedik. ve günün özlü sözü sevgilimden geldi " medeniyet soğanın yağda kavrulmasıyla başlamış " bu sözün üzerine ertesi gün evde benim yemek pişirmemi kararlaştırdık ve süper kaliforniya şaraplarıyla keyifli bir gece geçirdik.
ertesi gün 3rd streette sıcaktan duramaz halde kalınca ilk önümüze çıkan restorana attık kendimizi, öğle saatiydi evet ama henüz acıkmamıştık. e ayıp olmasın diye hafif bir şeyler söyleyelim dedik. önden buzlu ve limonlu su geldi, sonra da sıcak ekmek ve tarçınlı yağ geldi. ben tarçınlı yağdan pek hoşlanmasam da sevgilim hepsini lüpletti. bu arada restoranlarda garsonlar masanıza gelip kendilerini tanıttıktan sonra muhakkak kısa bir süre sizinle sohbet ediyorlar, hoş bir durum, hiç suratsız garsona rastlamadık yazıyordum tam ama chicagoda bir tanesiyle muhattap olduk, istisnalar kaideyi bozmaz. genel olarak hepsi oldukça naziklerdi.
sevgilim beef salad sipariş etti, ben de karidesli ceasar ikisi de oldukça güzeldi, ben bu büyük ve az pişmiş karidesleri seviyorum. türkiyede bulmak, daha doğrusu menüye dahil eden yer bulmak çok kolay değil. genellikle haşlanmış çimçim karidesleri dayıyorlar bize burada. neyse efendim starbuckslarda yediğimizi içtiğimizi saymazkak, ki hatırı sayılır bir yemek içmek bahsettiğim naples ta dışarıda yediklerimiz bu kadar.
son akşam ben evde türk yemeği pişirmeye söz verdiğimden target a yollandık bir güzel. targeta gidene kadar ne pişireceğimle ilgili en ufak bir fikrim yoktu, ki gittik sebze reyonuna baktım baktım yine olmadı. reyonda sebzelerin %50 si patates, patates yemek de hamallıktır bana göre, bir köşede az biraz kalmış fasulyeye benzer bir şey buldum. içlerinden düzgünlerini seçe seçe aldım artık ne kaldıysa. ve menüyü oluşturdum kafamda. taze fasulye, pilav, cacık, çoban salata. oldukça basit, ama amerikada değil. zeytinyağı markette sadece 10 şişe 0.5 litrelik vardı. sade yoğurt desen yarım kilosu 6 dolar. neyse bir şekilde malzemeleri tamamladık ve evin yoluna koyulduk, o sırada da bir fırtına çıktı, gps bizi yanlış yoldan götürdü v.s. bir şekilde akşam yemeği hazırladık. istanbulda elini herhangi bir yemek işine sürmeyen eşim amerikada aç kalıp taze fasulyeyi görünce bana acayip yardım etti yemek yaparken. bu da tarihe bir not olarak düşülsün. sonuç karnı tok, gülen yüzler. ve kaliforniya şarabı ...
naples
naples, bataklığın tam ortasında insan yapımı bir vaha. swfl (south west florida) nın gözbebeği, güzel ve genç (kimsenin kaç yaşında olduğu anlaşılmıyor) insanların yaşadığı zengin bir şehir. miamiden doğuya doğru bir paralel çizgi çizdiğinizde karşınıza gelen yer. genel olarak bir tatil yeri havasında, neredeyse tamamen lüks sitelerden oluşuyor. İnsanlar sanki calismiyor, surekli spor kiyafetlerle gezip, her yerde kosuyorlar.
Naples, iklim olarak ekim - mayis arasi ziyaret edilmesi gereken bir yer, agustos sonu hava kapali olmasina ragmen inanilmaz bir sicak vardi. Disarida pek fazla gezemedik, cunku gunes actigi anda acik alanda durmak neredeyse imkansiz, dolayisiyla sehrin bilumum starbuckslarini ziyaret ettik, ucretsiz internet, ucretsiz tuvalet ve kahve, daha ne ister ki bir insan 35derece les gibi nemli bir ortamda.
Naples'ta bir arkadasimizin evinde kaldik, amerikaya, saat duzenine alismamiz acisindan bize cok iyi geldi, buradan bir kez daha tesekkur ederiz. Naples'ta apartman yok, herkes butcesine gore bir villada yasiyor. Her yerde siteler var, sitelerin icinden ise nehirler - kanallar geciyor, kanallarin icindense timsahlar... Ancak emlak fiyatlari istanbul ile kiyaslandiginda oldukca ucuz, guzel bir site icerisinde havuzlu, garajli, verandali, 3 oda bir salon villayi 200 - 250 bin dolar civarina satin alabilirsiniz. Kaldi ki, bir de halk isi evler var, prefabrigin duzgunu diyelim, onlarin fiyatlari oldukca uygun. İnsanlar genellikle evcil hayvan besliyorlar, zaten sokaklarda kedi kopek yok, timsah var, baykus var, degisik tropik kuslar var, her yerde kertenkeleler ve devasa sinekler var. O yuzden muhakkak bir sinek kovucu edinmek lazim, kaldi ki. Bizim gibi alisik degilseniz arkasindan bir de spreye ragmen sokulursaniz alerji ilaclarindan almak lazim, cunku abartmiyorum, kollarimda gunlerce gecmeyen golf topu buyuklugunde sislikler olustu.
Golf topu deyince, naples'ta neler yapilir? Oldukca genis bir golf turizmi var, dedigim gibi hersey batakligin uzerine yapay olarak yapilmis. Herkes illaki bir kulube uye. Bir de balikcilik turizmi yaygin, teknelerle balikcilik turlari var bolca. Garip garip tema eglence parklari mevcut tum swfl de. Bir cok sey ailelere yonelik, sanki yeni bir sehir kurulmus ve insanlar reklamlarla oraya cekiliyormus izlenimi verdi bana. Muhtemelen oyle degildir ama biz bu kadar herseyin yeni olmasina alisik degiliz herhalde ondan oyle dusundum.
Peki biz neler yaptik, dinlendik... Kesinlikle dinlendik, oldukca konforlu bir evde kaldigimizdan tatilden keyif almaya basladik,surekli uyumaya calismaktan, etrafi gezmeye terfi ettik. Neredeyse bir tam gunu outlette magaza gezerek ve alisveris yaparak gecirdik. Miromar outlets, izmitteki outlet modelinde bir alisveris merkezi, haftaici oldukca sakindi de, tum magazalari gezdik. Sevgilim uzerine olan bir suru seyden secerek alisveris yapti, ki bu onun gibi uzun boylular icin turkiye de pek mumkun degil. Ama bana gore fiyatlar pek ucuz degildi, turkiyedeki bir cok magazada ben daha ucuza bulabiliyorum ayni urunleri, amma velakin, is kozmetige gelince iyle olmadi. İnanilmaz ucuzdu hersey, butun magazayi almamak icin zor tuttum kendimi, oradayken de turkiye de hediye ederim diyordum aldiklarimi, ama buraya gelince hic birine kiyamadim valla. Aksamlari disari cikmadik hic, evde oldukca keyifli ve rahat bir ortam vardi, bir de miamiye esas gelis amacimiz olan isleri de organize etmemiz gerekiyordu, boylece fazla yorulmadan gunleri de atlatmis oluyorduk.
Ertesi gun yine bir starbucks bulup kahvalti yaptiktan sonra, vallahi eger su starbuckslari bulamasaydik ac kalacaktik herhalde, sabah kahvaltisinda kizarmamis, yagsiz bir seyler yemek - cornflakes haricinde - neredeyse imkansiz. Starbucksta panini ekmeginin arasinda mozarella, kurutulmus domates ve taze feslegenden olusan sandvic bizim kahvalti kurtaricimiz oldu. Neyse kahvaltidan sonra "everglades wonder gardens" a gittik. Evet normalde hayvanlarin tutsakligina karsiyimdir, yunus parklarina gidenlere bir dunya laf ederim ama isin ucunda dunyanin bir ucunda timsahlari yakindan gormek vardi, gittik. Giris ucreti kisi basi 15 dolar ve rehber esliginde geziliyor. Giristeki gorevli hemen sinek kovucu sprey surup surmedigimizi sordu, hayir diyince de hemen bize bir mendil satti. Basta gene kaziklaniyoruz zannetttim ama Allah razi olsun kendisinden, eger onu surmeseydik halimiz nice olurdu. Sinekler sizi resmen yiyor, yanimizda gezen bir gariban beyaz avrupali cocuk resmen renk degistirdi sinek isiriklarindan. Bu bahcede sadece floridaya ozgu hayvanlar var, cogu sicaktan mayismis olsalarda... Florida panteri, flamingolar, tabi ki bolca timsah, bir saskin su samuru molly, florida ayisi, cins cins yilan, kaplumbagalar, geyikler, ve bir suru kus . Kucuk timsahlari sevmenize imkan taniyorlar. Sevgili rehberimiz onlari kucagina aliyor ve siz de onlari cici diye seviyorsunuz, ne kadar buyunce canavara donusecek olsalar da...
Oradan cikinca gulfshore blvd dan dolanarak 3rd street denilen naples in unlu caddelerinden birine gittik, degisik luks, tasarim magazalar vardi, ancak o sirada gunes actigi icin disarida durmamiz imkansiz hale geldi ve ilk onumuze cikan restoranta girdik, durduk yere acikmadigimiz halde ogle yemegi yedik ve bir baska unlu cadde olan 5th e gittik halen hava cok sicak oldugundan arabayi starbucksa yakin bir yere park edip kendimizi starbucksa attik. Bu arada amerikadaki starbuckslarda turkiyedeki gibi bir suru masa yok ancak 3- 4 tane var herbirinde, neyse 5th dekinde super rahat koltuklara kurulduk ve oturmamizdan 5 dakika sonra inanilmaz bir yagmur bastirdi ve orada mahsur kaldik. boat tura katılacaktık, o yüzden yağmur dinene kadar orada oturduk, amerikanın bir ucundaki düdük kadar cafede bizden başka türk bir ailenin daha olması enteresan bir tesadüftü.
boat tura katılmak için önce old naples seaport a gittik, orada in ve cinin top oynadığını gördükten sonra tin city e yönümüzü çevirdik, oraya gittiğimizde de teknenin 5 dakika önce ayrıldığını öğrendik ve şöyle bir tur atıp kısmetimize küstük. bir ara da venetian bay denen yerde yunuslara baktık ve kumsala inip güneş çıkana kadar hafif bir yürüyüş yapıp kendimizi naplesin kana aç sineklerine yeniden sokturup eve döndük. naples da 3 gece 2 gün böyle geçti, daha sonra miamiye geri doğru yola çıktık ama bu sefer farklı bir yoldan onu da başka bir postta yazarım.
14 Ekim 2011 Cuma
to miami...
Bir sabah ya da oglen chicagodan cikip, charlotte diye bir yerde yine saatlerimizi degistirip miami ye uctuk. Chicago ohare hava alani oldukca duzenli yapisi ile karmasadan cok uzak, amerikada bagajinizi check in yaptirdiginiz yere vermiyorsunuz, isleminizi yaptirdiktan sonra, ki us airways icin sadece self check in secenegi var sanirim, bagajinizi ayri bir yere gidip kendiniz teslim ediyorsunuz. O da sizinle varacaginiz yerde bulusuyor. Evet, barkod sistemlerini iyi bilirim, havaalani bagaj bantlarinin nasil calistigini iyi bilirim ama yine de valizimizin o karmasada bizimle birlikte miamiye geleceginden son ana kadar tereddut duydum. Bu arada us airwaysde valiz basina 25$ gibi bir ucret oduyorsunuz, sayisi artinca ucret de artiyor sanirim. Biletleri son anda aldigimizdan sevgilimle yanyana oturamadik, benim kismetime amerikali bir asker kizcagiz dustu. Birligine gidiyormus ama keske gitmeden ustunu basiini bir yikasaymis. İcim kalkti yol boyunca. Ucak agzina kadar dolu oldugundan yer de degistiremedim, yaklasik 2 saatlik yolculukta biraz kitap okudum, biraz da yazi yazdim.
Kuzey carolinada Charlotte diye bir aktarma merkezinde yaklasik 30- 45 dakika durduktan sonra o gunku yolculugumuzun 2.etabina basladik. Us airways ucaklarda soft icecekleri ve kahveyi ucretsiz veriyor, hem de kutu olarak, bizdeki bazi ucuz havayollarinin aksine. Ancak bizim hostesler daha guzel, bu amerikadakiler basbayagi kollar patlicandi. Neyse sonuc olarak miami int. Airporta sag ve salim olarak indik, valizimizi de aldik ve ben rahatladim. Ama esas macera bundan sonra basladi. Biz her zamanki gibi plansiz programsiz hareket ettigimizden arac kiralama sirketine de rezervasyon yaptirmamistik. Hadi yaptirmadik, insan bi bakar nerde bu kiralama sirketleri diye, yok onu da yapmadik. Havaalaninda inince soyle bir saga sola baktik, herkes valizini aldi gitti bir biz kaldik. İn. Cin top oynuyor, bizden baska kimse yok, sonra biraz yuruyelim dedik ve bir gorevli gorduk, ama adam bizden kaciyor zar zor rent e carcilar nerde diye sorduk, adam sadece outside dedi kacti. Ulen insan bir tarif eder, bu kadar mi yabanilik olur? Ciktik disari, saga baktik bir sey yok, sola baktik bir sey yok. Hadi sola gidelim dedim ben, bir 50 metre falan yuruduk ki, ortalik karisti, ben diyeyim carsamba pazari, sen mahmutpasa anla. Her tarafta hispanikler acayip bir kalabalik, megerse, ana kapiymis orasi. Ama rent a car hala yok ortalikta. Bakindik bakindik, biri dedi. Otobusle gidiliyor, otobus duragina baktik, oradan gidilmez dedik, neyse sonunda bir info desk bulduk da ogrendik, rent a car havaalaninin disindaymis ve oraya servisle gidiliyormus. Bu bilgi altin degerindedir!!! Servis kuyrugundaki izdihami da deneyimli turkler olarak basariyla yarip bir servise bindik. 10- 15dakikalik yolculuktan sonra rent a car binasina vardik ve en kalabalik olan en ucuzdur deyip hertz sirasina girdik. 1 saat kadar da bekleme, hesap, pazarlik surdukten sonra, sonunda arabamizi teslim aldik ve yaklasik 90 mil uzakliktaki naples e dogru yola ciktik.
Chicagodaki sersem gunlerimizden sonra, "iste amerikaya geldik" dedigimiz an bu yola ciktigimiz zamandir iste. Alligator alley denen İ- 75 i izleyerek vardik naples e . Yol neredeyse tamamen dumduzdu, her yerde kanallarlar olan, " big cpypres national preserve " içinden geçen bir yol, kısaca tamamen bataklık denebilir. yol boyunca benzinlik ya da yiyecek alınabilecek bir tesis yok, ancak tuvalet ve piknik alanı mevcut ve bir de eğer teknenizi kanallara indirmek isterseniz bolca küçük iskele var. hava her ne kadar kapalı gibi görünse de 30 derecenin üzerindeydi. naplesi da bir sonraki postta anlatayım artık...
10 Ekim 2011 Pazartesi
the art institute of chicago
çok ağır yazdığımın farkındayım ama son postumdan bu yana ağır bir farenjit geçirdim, ha bir de cunda ya gittim. yani yazacak çok fazla şey birikti. umuyorum yılbaşına kadar tüm biriktirdiklerimi bitirebileceğim. her gün en az bir post yazsam belki biter gerçi, ama bazı günler daha sıkı çalışırım artık. bir de artık istanbula kış geldi, kış demek evde oturmak demek, her haftasonu bir yerlere gidememek demek. hatta hafta içi havanın güneşli, haftasonları ise yağmurlu olması demek. çok çok okuyup, evde yemek yemek demek...
tekrar chicago ya dönelim, burası ile ilgili sanırım yazacak sadece art instute kaldı. aynı zamanda bir sanat okuluna sahip olan ya da müzeye sahip olan sanat okul, hangisi önce kurulmuş bilmiyorum ama ilkini önergemi kabul ederek ilerliyorum, bu müze chicagoda muhakkak görülmesi gereken bir yer. grant park ta, east michigan ave üzerinde yer alan bu görkemli binaya biz öğleden sonra 2 saati pizza yemeye harcayarak ancak 2 de gidebildik ve 3 saat gezmek için bize yeterli gelmedi. en azından bir 4-5 saat ayrılması gereken bir müze. yazdıklarımı silmeden düzeltiyorum, araştırarak yazma alışkanlığı edinmem gerek, müze ve okul 1879 yılında birlikte kurulmuş, 1893 yılında ise şimdiki yerine taşınmış. bahçe katı + 3 kattan oluşan bir binada yer alan müzeye giriş yetişkinler için 18, öğrenciler içinse 12 amerikan doları. çarşamba günleri illionis sakinleri için ücretsizmiş.
biz müzenin tamamını gezemedik, bir de ülkemizde pek bir müze gezme alışkanlığımız olmadığından neredeyse acemice bir tur attık. müzede ancak çin, japon, asya, grek eserlerin olduğu bölümleri öncelikli olarak gezebildik. çinden, hindistandan gelmiş bir çok buddha heykeli ve porselenler mevcuttu. tabii ki batıdaki müzelerin olmazsa olmazı iznik çinileri. dünya bizim tarihimizi iznik çinilerinden ibaret sanıyor. batı anadoludaki her şey yunan tarihi olarak sergileniyor. osmanlıdan eser ise yok denecek kadar az. yukarıdaki oturan buddha 12. yüzyıldan kalma önemli bir eser, develi heykeldekiler ise çinli olarak geçmelerine rağmen kesinlikle çinliye benzemiyorlar.
picasso nun meşhur " old guitarist " i, van gogh un " the bedroom" u bu müzede görülmesi gereken eserlerin başında geliyor. ayrıca empresyonizmin simgesi olmuş resimlerden biri olan georges seurat ın " a sunday on la grande jatte " si yine bu müzede yer alıyor. bir de grant wood un " american gothic " ini atlamamak gerek. dediğim gibi biz müzenin tamamını gezemedik, daha gezilecek çok salon vardı, ancak zamanımız yetmedi maalesef. içeride ayrıca "windows on the war" isimli sovyet tass posterlerinin sergilendiği özel bir sergi alanı daha vardı, yine aynı zaman azlığı sebebi ile onu da gezemedik ama epey ilgince benziyordu.
aynı zamanda müzenin içerisinde cafe ve restoranlarlar mevcuttur. en güzel görüneni avluda yer alan garden cafe gibi geldi bize. açık hava ve havuz başı olması sebebiyle tabi. müzelerin içinin havalandırması oldukça başarılı olduğundan, içleri buz gibi. müzede vestiyer ücretsiz, ancak küçük bir meblağ karşılığında audio guide alabiliyorsunuz. bizim ülkemizde sanat eserleri sergilenen müzeler kısıtlı olduğundan bizim için oldukça ilgi çekici bir müzeydi. yine yeniden söylediğim gibi. chicagoya tekrar gidip, daha sindirerek gezmek istiyorum her yeri. plansızca yapılan bir gezi jetlagle birleşince ancak bu kadar oldu...
3 Ekim 2011 Pazartesi
chicago'da ne yapılır
bunu daha önce kaç kez yadım bilmiyorum ama chicago'ya mutlaka tekrar gideceğim. ve tabii ki yaz mevsiminde, her chicago çok güzel dediğim kişi ama kışları çok soğuk olurla başladı cümlesine. bir hikmeti var demek ki. biz chicago da pek gezemedik, gerek yol yorgunluğu, gerek bilinçsizce kendimizi new york yerine chicago'da bulmuş olmamız bizi resmen sersemletti ve sanki chicago'da ne yapılır diye şöyle bir baktık ve şehirden ayrıldık. ilk günü saymazsak zaten 2 gün geçirdik burada, yarım günü de iş için ayırınca geriye gezmek için sadece 1,5 gün kaldı. sadece chicago için 1 hafta belki uzun bir tatil süresidir ama yapılacak kesinlikle çok şey var.
bana göre caddeler ve özellikle de binaların tamamı görülmeye değer, mimari açıdan oldukça önemli bir kent chicago. chicago architecture fountain (şikago mimari vakfı) tarafından bu özelliği canlı tutulmaya çalışılıyor. gönüllü uzman mimarlar tarafından bir çok gezi düzenleniyor, isterseniz fotoğraftaki gibi tekneyle, ya da yayan veya otobüsle turlar düzenleniyor. zaman darlığından bunların birine katılamadık ama şu tekne turu çok içimde kaldı. her bir binanın ayrı bir hikayesi var, kimilerinin seyir terasları mevcut. john hancock observatory ve tabi ki sears tower en populerleri . chicago'da mimari geziler yapabilir, tüm zamanınızı ağzınız açık havaya bakarak geçirebilirsiniz, gördüklerinizin oldukça heyecan verici olacağını garanti edebilirim.
tabii ki tiyatrolar mevcut ancak önceden rezervasyon yaptırmanız yararınıza olur. çünkü ücretler türkiyedeki gibi ucuz değil. chicago "blues brothers" dan gördüğümüz kadarıyla jazz ve zenci mekanıydı aynı zamanda, şehrin genelinde jazz clubleri mevcut, ayrıca bazı kiliselerde pazar ayininden sonra jazz dinletileri yapılıyor. biz oradaykan john hancock ın karşısındaki fourth presbyterian church de pazar öğleden sonra 4 te vardı. marina city buildinglerin orada büyük bir jazz club vardı ve bir de east hubbard street te küçük bir mekan vardı. kapısında sadece live jazz yazıyor ve günlük değişen bir programları var, her gün enteresan insanlar ve güzel müzik var.
michigan avenue ve columbus drive en meşhur caddeleri, michigan avede bir çok alışveriş merkezi ve mağazalar bulunuyor. ve tabii ki yol boyunca sıralanmış muhteşem gökdelenler. columbus drive ın kuzey tarafı biraz daha otel ve iş merkezi ağırlıklı, güneyi ise grant park. şehrin güney tarafında oldukça büyük bir yer kaplayan grant park yer alıyor.
en populer yer park içinde garip bir heykel bulunan millenium park, gidip önünde fotoğraf çekilin. yaz boyunca millenium parkta çeşitli ücretsiz konserler ve etkinlikler oluyor, isterseniz onlara katılabilirsiniz, ya da saat farkı yüzünden akşamları 8 de uyuyabilirsiniz. millenium parkın devamında buckingham fountain ve museum campus var. bu kampüsün içindeki müzeleri ve akvaryumu gezebilirsiniz. biz müze tercihimizi chicago art museum dan yana kullandık ki, bu da yine millenium park ın az ilerisinde. akşam üzerleri grant parkın kenarındaki chicago yacht club un orada çimlere yayılıp gölü ve spor yapanları izleyebilirsiniz. ama bence chicago da akşam üzeri yapılacak en güzel şey nehir kenarında bir yerlerde oturup bir şeyler içmek. gündüz de hayatınız da hiç deniz, göl falan görmemişseniz michigan gölüne girebilirsiniz. itiraf edeyim bir yıl boyunca hiç türkiye ye gelmeden orada yaşasam ben de girerdim, ayaklarımı sokmak da aklımdan geçmedi değil ama yapmadım. zaten ertesi gün miami ye gidecektim, mis gibi okyanus varken göl de neymiş.
nehir kenarında, columbus dr ile michigan ave arasında kalan alanda dışardan bakınca zar zor görünen bir mekan var. herhalde en sevdiğimiz yer burası oldu chicagoda. looser bir eleman müzik yapıyor bir yandan, buz gibi bira nehir manzarası... akşam üzerleri karanlık olana kadar burada oturduk 2 gün boyunca. isteyenler için yiyecek falan da var, ha bir de hem içki hem de sigara içilebilen nadir mekanlardan biri. malum amerikada bir çok yerde, park bahçe ve hatta bazı sokaklarda sigara içmek yasak. her akşam üzeri buraya yayılıp uykusuzluktan sersemlemiş kafamızı biraz da birayla sersemletip mutlu mesut otelimize döndük.
bir de yazmayı unuttuğum navy pier diye bir yer var, deniz kenarı eğlence merkezi diyebiliriz buraya. içinde lunapark var, çocuklar için eğlence merkezi ve müze, sirk ve barlar, restoranlar var. önce bir yürüyüp piyasa yapıyorsun, sonra da bir yere oturup bir şeyler içiyorsun. vakit öldürmelik bir yer.
bizim için 3 gün chicago az geldi, kesinlikle bir kez daha gitmek lazım, daha geniş geniş gezmek lazım. bir de bu posttan sonra çok etkilendiğimiz chicago art institute yi unutmadan yazmak lazım. o meşhur windy chicagoyla karşılaşmadığımızdan ne kadar çok kar yağdığını hayal edemedik. ama yine de siz uyarılara kulak asın ve yazın gidin chicagoya.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)